Daha önce söz verdiğim gibi şu sıralar çok meşhur olan abi ile Chiang Mai’ye doğru yola çıktık. Kedilere ve eve o kadar çok alışmıştım ki açıkçası hiç çıkasım gelmiyordu ama uzun süreli seyahatte insanı en çok yoran ve zorlayan şeylerden birine daha tanık oluyoruz. Kıçını kaldırıp yeni bir yere gitmek. Bazıları (başta Buddha) seyahat etmek varılacak yerden daha güzeldir der. Açıkçası şu aralar pek öyle hissetmiyorum. Evet seyahati seviyorum ancak vardığım yere alışmayı ve oranın bir parçası olup, oralı gibi yaşamak daha çok hoşuma gidiyor. Herkesin bir seyahat şekli var, benimki de yavaş yavaş şekil kazanmaya başlıyor sanırım çünkü eskiden hissettiğim o yorgunluklar, belirsizlikler, can sıkıntıları yavaş yavaş azalıyor ve sanki aylardır süren sis perdesi sanki biraz aralanıyor ve ufukta bişeyler belirmeye başlıyor gibi geliyor. Yolculuğum devam ediyor, hayal mi görüyorum yoksa gerçekten bişeler mi oluyor hep beraber görücez :)

Tren istasyonuna vardık ve yine sağolsun Abimiz tarafından biletlere sponsor olundu. Tamam bu şekilde insanlardan yardım almak ve sevgi ilgi alaka görmek güzel ancak hiç bir katkıda bulunmamak rahatsız ediyor beni.

Bangkok - Chiang Mai

Tren gayet rahat görünüyor. Ranza badim turuncular içindeki bir keşiş. Daha önce Ranong’a giderken de bir keşişle beraberdim. Etrafta olukça çoklar zaten ancak toplu taşımada her zaman yanıma denk geliyorlar sanırım, çok kutsal biriyim de farkında değilim belki de. Du bakalım, olmadı bi keşişliğe merak salarım. Yemek içmek ve kalacak yere zaten para vermiyorlar. İstedikleri yerde kalıp, istedikleri yerde yiyebiliyorlar. Enteresandır ki de hepsinin cebinde iPhone 5’den aşağı telefon yok. Hayır yani yadırgadığımdan değil ama amca oldukça yaşlı daha basit bişey daha işini görürdü sanki. Neyse canım, gözümüz yok.

Trenler ve yurt içi seyahat ile ilgili öğrendiğim bir şey var. Her gün 3 tren ve 1 otobüs Tayland içinde bedava gidiyor! Pek inanılası bir durum değil ancak Kral’ın halkına yaptığı bir güzellik. Parası olmayan kişi bir yerden bir yere gitmek istiyorsa bunları kullanabiliyor. Üstelik insan ayrımı yapılmıyor, turistler de aynı hattan yararlanabiliyor. Deneme şansım olursa çok istiyorum yapmayı ancak gerçekten ihtiyacı olan birilerinin yerini almak istemem.

Kuşetli

Gece trenlerini oldum olası çok sevmişimdir zaten, muhabbeti güzel olur. Bir de yataklı zaten, oh. Daha ötesi yok. Çok dandik ve fazla uzun süre dayanmayan bir laptop’ım olduğundan bir de priz olsa zaten pehh diyecektim ama neyse. Nedense trende gece gece emülatörle Street Fighter oynayasım geldi. Ara ara geliyor sanırım bana bunlar, seyahatin yan etkileri olabilir. Akşam çok geç olmadan herkes yataklarına çekildi, ben de ufak ufak yatışa geçtim. Erken uyuduğumdan sabah gün ağarmadan uyanmıştım. En azından gün doğumunu trenden görebilecektim. Dandik laptop’ıma uygun olarak dandik bir fotoğraf makinesi olarak iPhone kullandığımdan çok bir şey anlaşılmıyor ama uzun süredir gün doğumunu izlememiştim(kışın sabahın 6sında uyanıp işe giderken gördüklerim hariç, gerçi onlarda da yolda uyuduğumdan göremiyordum ya neyse). Sabaha güzel başlamak için iyi bir yol bu sanırım. Şahsen kahve, seks, iyi bir kahvaltı vs. nin yerine düşünmeden tercih edebilirim. O yüzden mutlaka “gün doğumunu trenden izlemek” maddesini ölmeden önce yapılacaklar listenize ekleyiniz.

Sunrise

Chiang Mai’ye ulaşıyoruz. Havası Bangkok’la kıyaslanmayacak kadar güzel ve temiz. İlk dikkatimi çeken zaten nemsiz ve serin havası oluyor. O yapış yapış hava yok, etraf yemyeşil, tren çıkışında güler yüzle sizi karşılayıp kazıklamak için can atan taksiciler bile bir ayrı güzel gülüyor. Tabiki bu güzel gülüşleri yemeden uzuyoruz ordan. Taksimetre açacak bir taksi bakıyoruz ancak Taylan’da her şehirde ki taksi sisteminin farklı olduğunu görüyoruz. Burada taksimetre yok, her yerin fiyatı belli. Turistsen illaki yiyeceksin bişeler kaçışın yok. Düşürebildiğimiz kadar düşürüp şehir merkezine doğru abi ile yollanıyoruz. Ben normalde hostel’de kalmayı planlarken ilk gün için abi bize bildiğin resort tutmuş. Eh ne yapalım, çok da şikayet edecek değilim. Her ne kadar en azından ücretin ufak bir kısmını vermek istesem de hiç bir şekilde almıyor. Bir insanın bu kadar iyi ve naif olmasına aklım ermiyor, ben daha bu nası olur diye düşünürken kah değişik bir vodka kokteyli yaparak geliyor, kah cezve olmadığı için teflon tavada Türk kahvesi pişiriyor. Toplamda 4 gün abiyle beraber geçiyor ve bu 4 günün son 2 gününde halen nası biri olduğuna anlam veremediğim Çin’li bir kız da bize katılıyor. Kız abinin bir arkadaşı… Daha fazla derine inmiyorum :) Benim kız ile ilgili ilk izlenimim fazla sıcakkanlı ve sürekli gülümseyen, çok naif düşünen ama yeri geldiğinde o naiflikten saniyesinde çıkıp sorular sorabilen biri. Mesela son kaldığımız yere geldiğimizde 1 yatak 1 de kanepe vardı odada. Normalde kıza “burnun nerde?” diye sorsan şirinlik muskası olup cidden cevap veremeyecek şekle giren kız daha kapı açılır açılmaz “Sen nerde yatacaksın? Neden burda 1 yatak var?” gibi sorular sormaya başladı. Ben kanepede yatıyorum dedim, “e peki o?” diye sordu, bilemem dedim geçiştirdim. O kadar İngilizcesi olduğunu bile o ana kadar farketmemiştim. Kendisi hakkındaki düşüncelerimde yanılmadığımı düşünüyorum. Ecnebilerin “gold digger” dedikleri zengin yolma peşinde olanlardan biri. Hayır bir kere elini cebine at da bari inandırıcılığın artsın! Neyse, Chiang Mai diye başladık dedikoduya döndük.

IMG_3353

Artık abiden ayrılıp biraz kendi yoluma gitme vaktim gelmişti geçiyordu bile. Kendisine her şey için çok teşekkür edip ayrıldım. Direk olarak kalacağım diğer yere doğru yola çıktım. Chiang Mai’nin merkezini büyük bir kutu gibi düşünün ki zaten öyle. Kare şeklinde, surlarla ve bir dereyle çevrilmiş bir yer. Benim kalacağım yer bu kare’nin 15dk kadar yürüme mesafesinde dışında. 1,5-2 saatlik yürüyüşler artık benim için hiç de uzun sayılan yürüyüşler değil. Hatta 5km uzakta olan bir yer bile artık “e iyi yürünür” statüsünde. Kalacağım yerin bir ismi yok, sadece masaj okulunun oralarda bir yerde olduğunu biliyorum ve ev sahibimin isminin Ansaya olduğunu biliyorum. Her yere bakınıyorum ancak pek bir yer göremiyorum ve masaj okuluna girip soruyorum. Ansaya ismini söylediğimde karşıda ufak bir kapı gösteriyorlar, kapıya gittiğimde ise karşılaştığım manzara bu :)

welcome

IMG_3413

Henüz görmeden sevdim ev sahiplerimi. Yukarı doğru çıktığımda ise teras katında Ansaya ve Pi-Nang’ın oturmuş benim nerede kaldığım konusunda endişelenirken buluyorum. İkisi de inanılmaz sıcak kanlı ve samimi. Hemen hızlıca sohbet başlıyor. İsviçre’li olduğumu düşünüyorlar bir sebepten dolayı, çözemiyoruz :). Ansaya eskiden bankacılık ve turizm gibi farklı dallarda çok çalışmış ve çok yorulmuş bir kadın. Evin tek çocuğu olduğundan üzerindeki evlen çocuk yap baskısı da zor çalışma hayatına eklenince patlaması da kaçınılmaz olmuş. Evlilik konusu bir yana dursun lezbiyen olduğunu ailesine nasıl anlatacağı ise hayatının en zor dönemlerinden birinini oluşturmuş. En sonunda işini bırakıp kendisini doğaya ve kendi işini kurma yolunda ilerlemeye adamış. Aldığı bir evi benim gibi kiraya verip ordan ufak bir gelirle yola çıkmış ve şimdi içinde kaldığım misafir evini işletiyor. Hayatından çok mutlu, alkolü bırakmış, bahçesinde marihuana yetiştirmesine rağmen kullanmıyor ve dostlarıyla, arkadaşlarıyla, kendi işiyle birlikte mutlu bir hayata kavuşmuş. Mutluluğu o kadar belli ki, hem yüzüne hem de ses tonuna bile yansımış.

IMG_3429

Ansaya

Ansaya

Pi-Nang ise çok farklı ülkeler gezmiş ve çocukluğundan beri sanatçı olmak istemiş biri. Adı aslında Nang ama Ansaya ona Pi-Nang diyor. Pi’nin anlamı “kardeş”. Tek çocuk büyüyenler kendilerine yakın hissettiği kişileri kardeş olarak görüyor ve hayat boyu da kardeş’den bir farkları olmuyor. İsmimi mükemmel bir şekilde telaffuz edebilmesine çok şaşırmıştım (daha Türkiye’de bile çoğu kişi Gökhan diyemezken) ve şaşkınlığım geçmeden Türkçe biliyorum birazcık dedi. Ardından “Merhaba”, “Nasılsın?”, “Seni çok seviyorum” dedi. Ama öyle turist ağzıyla değil, benden iyi söyledi şerefsizim. Almanya’da kaldığı süre içinde Türk arkadaşlar edinmiş ve onlar vesile olmuşlar.Valla Türkiye’ye gelirsen bir kız bulman çok zor olmaz, temeli biliyorsun, biz o kadar rahat söyleyemiyoruz dedim. Çok sevindi ve en kısa zamanda geleceğini söyledi, ben de biraz Türk kızlarından bahsedince vazgeçip Güney Amerika’da yaşamaya karar verdi :). Daha önceden yaptığı ve halen devam eden projelerinden bahsetti. Boş bira kutularının içinden borular geçirerek güneş enerjisini suyu ısıtmak için yaptığı ve bitirdiği projeyi gördüm. Gerçekten çok çok başarılı ve gayet de güzel çalışıyor.

Pi-Nang

Pi-Nang

 

Kaldığım yer çok huzurlu ve keyifliydi. Sıcak su ve internet yok, çok yakınlarda turistik bir mekan veya bar falan da yok. O yüzden herkesin isteyebileceği bir yer değil.

Daha önce konuştuğum ancak hiç tanışmadığım Rotasız Seyyah Mehmet’de Chiang Mai’ye gelince bi buluşalım görüşelim olduk. Ev sahibimle konuştum, tek gece kalacağını ve ertesi gün çıkacağımı söyleyince ondan da ücret istemedi. Ertesi gün Mehmet geldi ve sonunda tanıştık. Toprağımmış zaten, tanışma faslı 1-2sn sürdü ve hemen muhabbet başladı. Konu seyahat olunca o kadar çok şey paylaşmaya başladık ki. Muhabbetimiz çoğunlukla beyin fırtınası şeklinde geçiyodu zaten, nasıl daha iyi bişeyler ortaya çıkarabiliriz, nasıl şunu yaparız nasıl bunu yaparız gibi.

Rotasız Seyyah

Rotasız Seyyah

Chiang Mai çok da umrumuzda olmadı açıkçası, Bangkok’dan çok daha turistik bir yer ve şehir dışına çıksanız bile turistlere rastlayabiliyorsunuz. Fil safarisi, boyunlarına taktıkları halkalarla meşhur olan uzun boyunlu kadınlar, bungee jumping vs gibi bir çok aktivite bulunuyor ama şahsen ben binlerce km’lik yolu bu turistik aktiviteler için gelmedim. Son gün biraz niyetlensem de gitmedim. Niyetlenmemin sebebi ise bulunduğum bölgede oturup konuşabileceğim bir Tay’lı bulamadım. Bulduklarım da o kadar çok işinde gücündeydi ki turistlere yetişmek için pek sallamadı. Etrafta biraz gezip dolaşayım istedim ama her yer adım başı tapınak. Tamam eyvallah güzel de beni heyecanlandıran bir şey açıkçası pek bulamadım. Şehrin kendisi o kadar aşırı turistik olmasına rağmen bana huzur vermeyi başardı onu da söylemeden geçemeyecem. Belki serin havasındandır diyebilirsiniz ancak ben yine de işi o kadar basite bağlayıp geçiştirmek istemiyorum. Herşeyden önce yemekleri gerçekten çok güzel. Nereye giderseniz gidin çok farklı ve çok lezzetli yemekler yiyorsunuz. Bir yerde yediğiniz Pad Thai’yi başka bir yerde çok daha farklı ama yine çok lezzetli şekilde bulabilirsiniz. Ayrıca dışarıya çıkıp biraz dolaştığımda ağaçlardan çarpık elektrik direklerine atlayan sincaplar, her gün binlerce turist görmesine rağmen halen samimi bir şekilde gülümseyen insanları görmek her zaman iyi geliyor.

gülen yüz

IMG_3386IMG_3371

Bu şehirde benim ıska geçtiğim bir şeyler var, bu sefer bulamadım diye düşünürken şehirle ilgili değil ancak kendimle ilgili bir şeyin farkına vardım. Bulmamı tetikleyen şey Mehmet’le gittiğimiz bir gece kulübünde insanların nasıl eğlendiklerini görmem oldu. Herkes gece eğlence havasında giyinmiş, erkeklerin çoğu takım elbise yada spor, kızlar desen zaten anlatmaya dilim varmaz, Mehmet’de aynı şekilde geceye ayak uydurabilecek şekilde. Peki ya ben? Altımda kilo verdiğim için kıçımdan düşen ve artık kapri olmaya yüz tutmuş bir şort, ayağımda spor ayakkabı, üzerimde geri kalanla son derece alakasız bir tişört… Kulüp çok gürültülü olduğu için Mehmet’le dışarda oturuyoduk. Ben dedim hayatım boyunca şu tarz bar ortamlarının adamı olamadım gitti, o ise bu konuda benden fazlasıyla aktif. “Ben gelmesem çıkalım demesem ne yapacaktın?” dedi. O anda bi düşündüm hakkatten ne yapacaktım lan diye. Bir bok yapmayacaktım, evde oturucaktım yada 3-5 turlayıp geri dönecektim. Bu düşünce sadece bir kıvılcım oldu ve kafamda devasa bir yangına dönüştü. Bütün gece uyuyamadım ve hayatım boyunca kaçırdıklarımı düşündüm. O kadar kötü bir şey ki insanın kaçırdıklarını düşünmesi. Söylemen gereken yerde söylemediklerin, yapman gereken yerde yapmadıkların. Evet bunların hepsi bizi oluşturan şeyler ama bu kadar boktan olduklarının farkına vardığın an hiç de öyle seni oluşturan şeylermiş gibi görünmüyor. Kendimle ilgili çok farklı bir uyanış yaşadım… Tüm kaçırdıklarımı bir gece boyunca gözümü kırpmadan düşününce hayata ne kadar geç kaldığımı farkettim. Hani sabah çok önemli bir işin vardır, bir kaç saat hazırlık yapmak için 6’ya saati kurarsın ama 10 da uyanıp kıçına donu giymeden kapıdan fırlarsın ya, işte tam olarak ona benzer bir his yaşadım. Farklı bir dil öğrenmeyi, dans öğrenmeyi, yeni bir yaşama başlamayı, bir ilişki içinde olmayı, devam etmeyi, hiç görmediğim bir yeri görüp şok olmak, söylemekten korktuğum her şeyi söylemek, yapmaktan çekindiğim her şeyi yapmak istedim. Sabah ilk iş aynanın karşısına geçtim, iğrenç duran sakallarımı kestim, çekilen dişimin yerine elime geçen ilk fırsatta implant/köprü yaptırmaya karar verdim. Belki saç bile ektirebilirim. Çünkü artık iyiyim ve iyi görünmem gerekiyor. Vücudum eskiye nazaran daha iyi ve toparlanıyor(çalışırken 93 kiloydum şu anda 78) ama onu da daha iyi bir şekle sokmaya karar verdim. Kısacası değişim başladı, ve şanslıyım ki kıçımda donum var :)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

2 Responses

  1. çağrı öz.

    Gökhan, emin ol fiziksel olarak vücudunu değiştirmeye başladığında(yani iyi yönde) zihnen de pek çok şey değişiyor. Hani spor bağımlısı tipler vardır ya, onların öyle olmalarının en önemli sebebi düzenli sporun bünyeye mutluluk vermesidir. Uzun zaman bunu yapıp, bir süredir ihmal eden biri olarak aradaki farkı o kadar net biliyorum ki.

    Ve evet o neler kaçırdım, neleri ıskaladım düşüncesi adamı yer bitirir ve esasında da bunu ciddiye alan için değişimin başlangıcıdır. İyi yönde olacağı kesin, başarılar. Yine güzel bir yazı eline sağlık.

    Yanıtla

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.