Ve sonunda en çok ulaşmak istediğim nokta olan Japonya’ya, Fukuoka Hakata Terminalinde ayak bastım. En büyük korkum hiçbir ülkede olmayan beklentilerimin burada işe yaramaması. İster istemez çocukluğumdan beri hayalini kurduğum ülkede olmaktan mutluluk duyuyorum ve itiraf edeyim 6 aylık yolcuğun sonunda 7. aya girerken biraz yoruldum ve artık Asya seyahatimin son ülkesinde oluşumun (tahminen) da bende biraz rahatlama etkisi yarattığını söyleyebilirim. En azından artık bundan sonra bineceğim uçak İstanbul’a olacak diye düşünebiliyorum.

Feribottan inip pasaport işlemleri için sıraya girdim. Japonya da olsa, vizesiz de olsa her zaman hikayeden de olsa bir çıkış bileti rezervasyonu yaptırın. Ben ne olur ne olmaz diye yaptırdım ve açıkçası bu kadar mırın kırın ediceklerini beklemiyordum. İlk önce gişedeki kadın pasaportumu aldı inceledi inceledi tam mühürü vuracakken durdu daha yakından bakmaya başladı pasaporta, sanki sahteymiş gibi. Ne kadar kalacağımı sordu, normalde biliyorum 1,5 ay dersem direk başa bela. O yüzden 2 hafta dedim, uçak dönüş rezervasyonumu da ona göre yapmıştım zaten. Nerede kalacaksınız dedi, bulduğum bir otelin ismini yazmıştım, bu sefer de otelin telefonunu yazmadığım için ona takıldılar. Dedim internetim yok, wifi varsa hemen bulayım telefonunu. Kadın pasaportu başka bir memura verdi beni de onun tarafına geçirdi. Adam sormaya başladı, niye geldin, ne kadar kalacaksın, üzerinde ne kadar para var. Dedim Hanami (Sakura) için geldim. Suratını buruşturdu, sanırsın vatandaşlık için başvuruyorum. Ulan iki dolaşıcam, çiçek böcek görüp gidicem işte şeklin kime?. Hanami sezonuna daha var, sen tam sezon başlarken çıkıyosun ülkeden, nası olacak bu? diye sorunca da “Ben hanami için değil, festivalleri için geldim. Festivaller Sakura sezonundan 2 hafta önce başlar, isterseniz Japonya turizm websitesinden öğrenebilirsiniz. Bu konuyla ilgili yazı ve makale hazırlıyorum” diyince suratındaki ifade biraz değişti, “gazeteci misiniz?” diye sordu. “Hayır, blog yazarıyım. Onbinlerce(?!) insan benim Japonya ile ilgili yazacağım yazıyı bekliyor ve ona göre ülkeye gelip gelmemeyi seçecekler” dedikten sonra gördüğüm en hızlı el hamlesiyle 90 günlük vizeyi bastı ve Fukuoka haritalarını ve turizm ofisini nerede bulabileceğimi tarif etti. :)

hakata

Sabah daha yeni gün ışıldarken buz gibi bir hava var ama Türkiye’den belki de en uzak olan bir yerde olmanın verdiği aptal bir mutluluk hissi de fazlasıyla hakim. Gemide aynı kamarada kaldığımız bir adam bana hangi otobüse binmem gerektiği konusunda yardımcı oldu sağolsun. Ve sonradan öğrendim ki benim vize işlemlerimin biraz uzun sürdüğünü görünce kendi giriş yaptıktan sonra arkada beni beklemiş. Bir sıkıntı çıkarsa müdahale ederim diye… Ben ilk başta bunu farketmemiştim ancak beni otobüs durağına bıraktıktan sonra ayrılırken söyledi. Japonya’da ilk tanıştığım kişinin böyle olması çok güzel bir başlangıç oldu diyebilirim.

fukuotobus

İnanılmaz dakik olan otobüs saniyesinde geldi ve Japonya’nın ne kadar pahalı olduğunu burada hissetmeye başladım. 260yen (5 lira) 10dk’lık bir otobüs yolculuğu. Durakta indikten sonra bir yerlerde WiFi aramaya başladım ancak nafile. Hiç bir yerde internet bulmak mümkün değil. Couchsurfing’den kalacağım elemana ulaşmaya çalışıyorum ancak çok zor. Önceki gün eğer yetişebilirsem bir Zen Ustasının yanında meditasyona gideceğini söylemiş ve beni de davet etmişti ancak vize işlemleri, otobüs vs derken yetişemedim tabiki. Saat 11’e kadar oyalanmam gerekiyor, ben de biraz etrafı dolaşıp çevreyi çözmeye çalışıyorum. Tüm kent çok sakin, hiç o İstanbul’un alışık olduğumuz koşturmacası gibi bir durum yok. Bolca bisikletli var ve bisikletlerin yola çıkması yasak. Sürekli olarak yayalarla aynı kaldırımı kullanıyorlar ve durmadan yanınızdan bisikletliler geçip duruyor. Etrafta çok fazla tapınak var ve her biri ayrı sadelik ve güzellikte. Klasik Japon işlemeleri her yerde. Bir kaç kişi geliyor dua edip gidiyor ve hepsi de geleneksel kıyafetler içerisinde. Bahçede bolca kiraz ağaçları var, bazıları güneşi görüp çiçek açmaya başlamış bile. Bahar tam geldiğinde sanırım o zaman en güzel zamanı olacak buraların.

IMG_5314

IMG_5315

İlk dikkatimi çeken şeylerden biri de çöp kutusunun olmaması. Elimde dolaştırdığım çöpü yarım saat boyunca sokaklar arasında dolaşmama rağmen atacak tek bir çöp tenekesi bile bulamadım. Öğrendiğim ise geri dönüşüm olayı burada çok çok ciddiye alınan bir durum. En azından benim bulunduğum yerde öyle, sonunda bir çöp buldum ancak üzerinde sadece Japonca var ve simge yok. Neyse diyip elimle bir tanesine yanaşıp tam içine atacakken Japon bir bebe bişeler diyor, anlamıyorum tabi ama atmam gereken çöpün hangisi olduğunu gösteriyor. Etrafımda hiç kimse yokken birden bire omuzda beliren melek gibi belirmesi bi anlık tırsmama yol açmadı desem yalan olur. En sonunda artık hem yorgunum hem de hava soğuk olduğundan bir restorana gireyim de hem bi kahve çay bişey içer hem de internet işini hallederim dedim. WiFi işareti olan bir restorana girdim ve sıcak çikolata siparişini verdikten sonra internet şifresini sitedim. İngilizce bilmediklerinden bin türlü bir şeyler anlatmaya çalıştılar ama anlayamadım. Sonra bir liste gibi bir şey çıkartıp gösterdiler, her ne kadar liste de komple Japonca olduğundan bir şey anlamasam da internetin üyelik ile olduğunu anladım. W2 mobile denilen bir firma her yere vericilerini yerleştirmiş ve isteyen ücretini ödeyip internetten yararlanabiliyor. En ucuzu da 6 saatlik internet 7 lira. Elimden bir şey gelmiyor, veriyorum ve elemana mesaj atmaya başlıyorum. Eve gelince haber et diye ancak whatsapp’ın meşhur mavi tıklarını görmek mümkün değil. Saat 1 oluyor ve halen ses yok. Unuttu heralde diyorum ve son bir kez şansımı google maps den gönderdiği lokasyona giderek deniyorum. Tek bildiğim 2. katta oluşu başka bir bilgim yok ve her taraf zaten ev dolu. Mekana gittiğimde hiç bir evden çıt yok ancak tek bir evden gürültülü kahkahalar geliyor ve İngilizce! Sesi takip edip evin önüne geliyorum, merdivenle üst kata çıkıp kapının önünde dikiliyorum. Tekrar bir haritaya bakmak için telefona başımı eğmiştim ki kapı açılıyor ve karşımda Toshiya! Pencereden görmüş beni ve tam bakmak için iniyormuş o da. İçeri girdiğimde ev halkı kalabalık ancak ev ufacık ve şirin.

IMG_5327

Üzerimdekileri bırakır bırakmaz Krabi’de sarhoş olduğum akşam beni taşıyan adam Felix karşımda duruyor. Sakallar gitmiş, zayıflamış ve yanında yeni bir kız :) O beni saniyede tanıyor ancak benim onu çıkartmam bir 10 saniye kadar sürüyor. Sonra temiz bir Türkçe ile “merhaba dostum, nasılsın?” diyen diğer kızıl saçlı eleman. Felix’in şokunu atlatmadan noluyor lan oha diyorum, çocuk gülmeye başlıyor ve İngilizce devam ediyor. Adı Ekim, babası Türk annesi İsviçreli. Az da olsa Türkçe biliyor ve bildiklerini de aşırı iyi telaffuz ediyor :) . Masanın etrafında oturup baya eğlenceli bir sohbete başlıyoruz ve Japonya’da olduğum için tekrar mutlu hissediyorum.

Felix

Felix

Bir ona bir buna yetişmekten Toshiya ile çok fazla konuşamıyoruz ancak diğerleri bu akşam Tokyo’ya yola çıkacaklar ve geride kalan 2 gün Toshiya ile olacağımdan bir sıkıntı yok. Hava öğleden sonra ısınıyor, rüzgarlığımı bile almadan dışarı çıkıp biraz dolaşalım diyoruz. Önce bir park’a sonra da güzel bir restorana gitmeye karar verdik. 15-20 dk yürüdükten sonra şehrin içinden Ohori Park’a ulaştık. Nasıl huzurlu ve güzel bir yer…

IMG_5360

IMG_5361

Toshiya ile muhabbet ederken bir yandan onu dinleyip diğer yandan etrafında dolaştığımız göl ve çevresinde ki insanlar, ufak ufak açmaya başlayan ağaçların çiçeklerine odaklanmaya çalışıyorum. Bir ara izin isteyip tek başıma biraz dolaşmaya çıkıyorum parkı, kuşlara ekmek atanları ve muhabbetlerini dinliyorum. Çok garip, hiç bilmediğim bir dil ama yüz ifadelerinden ve mimiklerinden sanki Türkçe konuşuyorlarmış gibi anlıyorum. Size hiç olur mu bilmiyorum ama bir dili kulağım uzun süre kesintisiz duyunca alışıyor ve sanki anlıyor gibi hissediyorum. Özellikle Japonca’da daha bir fazla hissediyorum…Tuhaf.

IMG_5331

IMG_5339

IMG_5340

Akşama doğru hava hafif serinleme başladı ve uzun süren tartışmalar sonucunda Ekim’in istediği restorana gitmeye karar verdik. İlk Japon yemeğimi yemek üzereyim ve aramızda “kısmen” vejetaryen biri olduğundan yer seçimi bir hayli zor oldu. İsmini hatırlayamadığım Amerika’lı bir kız et yiyor ancak sadece mutlu olarak kesilmiş olduğundan emin olduğu hayvanların etlerini yiyor. Bu konu tartışmaya çok açık ve ben hiç girmek istemiyorum açıkçası :). Türlü türlü değişik fikirli insanlarla tanışmak seyahatin hamurunda olan şeyler zaten ve artık bir süre sonra çok da şaşırtmıyor insanı. Enteresan bir kız ama, en büyük hayali tank kullanmak mesela.

Sabah feribot Fukuoka’ya yanaşırken yukarıda bahsettiğim bana yardımcı olan amca hızlı bir şekilde hazır noodle yapıp bana vermişti. Birtek onunla duruyorum ve cidden acıktım. Biraz korku da var içimde, Japon yemekleri konusunda biraz önyargılıyım çünkü ve ülkenin ne kadar hayalini kurduysam da gidince ne yiyecem diye de bir korku hep olmuştu içimde. İşte o korkunun atomlarına ayrıldığı yer aşağıda duruyor.

Pişmeden önce

Pişmeden önce

Piştikten sonra

Piştikten sonra

Önce bir kaç ufak tefek aperatif bir şeyler geliyor ve zaten onların ortadan kaybolması saniye almıyor. Ardından ufak seyyar bir ocak ve üzerinde bu geliyor. Tanıştırayım, adı MOTSUNABE . İçinde soya, soğan, biber, mantar, bir tarfı domuz diğer tarafı tavuk eti. Binbir çeşit baharat ve çeşni var. Pişmeye başlıyor, arada bir garson gelip karıştırıyor ve yaklaşık 15-20dk piştikten sonra ufak tabaklarımıza alıyoruz…Yok böyle bir lezzet! Aylardır hayalini kurduğum kelle paça çorbasını o kadar hızlı unutuyorum ki şu yazıyı yazarken bile tadı ağzıma geliyor ve yutkunuyorum o kadar. Bizdeki kokoreçe denk düşen bir yemek, hayvanların bağırsaklarından yapılıyor. Evet şu an bir çoğunuzun iğrendiğini tahmin edebiliyorum ancak benim bahsettiğim şeyi ancak kokoreç aşıkları anlayabilir. Kokoreçin en iyi yerde ki lezzetini düşünün, yarı sulu yemek yarı çorba haline getirin, lezzetini de çok abarmak gibi olmasın ama bir 4 ile falan çarpın, işte öyle bir şey… Yedikçe azalıyor ve tam bitmeye yakınken yemeğe su ve malzeme takviyesi geliyor ve tekrar pişmeye başlıyor. Onu da sonuna getirecekken bu sefer de tencerenin bir tarafına noodle diğer tarafına da pirinç koyularak dipte kalan sos ile yeniden bir yemek ortaya çıkıyor. Hepimizin göbekler şişmiş, 7 ayda kaybettiğim 12 kiloyu düz hesap 10 olarak sabitliyorum. Bu şekilde devam ederse 90kg olup geri dönebilirim. Adam başı verdiğimiz ücret 1000yen (20lira~) ve tartışmasız verilebilecek bir para.

Eve döndüğümüzde ise Toshiya (kısaca Toshi diyoruz) ile muhabbete başlıyoruz. Daha önceden couchsurfing profilinde okuduğum kısa hayatından bahsediyoruz. Benim için çok ilham verici bir hikayesi var, genç bir çocuğun doğru destek ile neler yapabileceğinin bir kanıtı resmen. Bununla ilgili bir yazıyı hemen bu yazının ardından hazırlamaya başlayacam. Ana hatları zaten hazır, çok sürmeyecek söz :)

IMG_5336

Evi küçük tefek ama çok sevdim. Mutfakta fazla bir kaç eşya olursa banyonun kapısı açılmıyor o kadar diyim :) Isıtma olayı gaz sobasıyla çözülüyor. O olmadığı zaman gerçekten çok soğuk içerisi, yalıtım gibi bir durum söz konusu değil. Bana fazladan verdiği battaniyeyi yastık olarak kullanıyorum ve “sabaha o battaniye üzerinde olacak” diyor. Seoul’de o soğuğu yiyen biri olarak pek ihtimal vermesem de sabah kendimi iki battaniyeye mumyalanmış olarak buluyorum. Kira olarak 150€ veriyormuş. Evet, bir an tutasım gelmedi değil ama ileride yerleşmeyi düşünürsem az da olsa bir fikir vericek bir bilgi. Ama gerçekten tipik bir Japon öğrenci evi. Tek sıkıntı internet. Çok pahalı olduğundan en düşük ücretli limitsiz bir tarifeyi almış ancak en düşük ücretten kasıt gerçekten en düşük. Hızını test bile edemedim. Sadece yazılı mesajlaşmaya yarıyor o kadar.

DSCN0160

DSCN0164

Sabah benden erken uyanıp çay yapıyor ve akşam 8’e kadar işi olduğunu sonra evde buluşabileceğimizi söylüyor. Yedek anahtarı verip çıkıyor. Ben de biraz çevirilerime baktıktan sonra metro ile merkeze ineyim diyorum madem. Ev metroya 10dk yürüme mesafesinde, gidip şehir merkezine doğru yollanıyorum. Metro istasyonları alışveriş merkezleri gibi ve çok özenle dekore edilmiş. Hiç soğuk bir görüntüsü yok ancak her şey gibi bu da pahalı. 3-5 duraklık yer 5 lira. Daha uzağa gitmek istersen 30 liraya kadar çıkıyor bilet fiyatları. Şehir merkezine ulaştığımda ise bir şok daha. Bildiğin sanki New York’da Times meydanına çıkmışım. O kadar sessiz sakin bir yerden sadece 3-4 durak ötede bu kadar canlı ve dolu bir yer beklemiyordum. Devasa bir tren istasyonu, onunla bütünleşik otobüs istasyonu, gökdelenler ve AVMler her yerde.. Ara sokaklarda çok fazla “Taito Station” denilen eğlence merkezleri var. Birine girip bakıyorum ve bildiğin kumarhane. Çocuklardan çok yetişkinler var ve filmlerden görmeye alıştığımız o las vegas kumarhaneleri gibi. Yalnızca burda herşey dijital. Dev ekranda at yarışı bile oynatılıyor. Anladığım kadarıyla insanlar oturdukları masalarda atlarını modifiye mi ediyorlar ne yapıyorlarsa bir şekilde yarışa hazırlıyorlar ve sonra da yarıştırıyorlar. Bazı insanların gözlerine baktığında bildiğin uzaydaki boşluğu görmek mümkün, yanındaki kültablasında söndürmüş olduğu 3 paket sigarayla 3 gündür buradan kalkmamış gibi bir görüntüye sahip. Dışarıda yemek konusunu halletmek zor, özellikle şehir merkezinde ucuz bir şey yemek nerdeyse imkansız. Bulabileceğiniz en ucuz şeyin fiyatı 350yen(7-8 lira) ve o da ana yemek gibi bir şey değil. Ufak bir porsiyon noodle yada benim yaptığım gibi 7eleven’a gidip 120yen’lik sandviçlerden 2 tane alıp sallamak. Ton balıklı olanları en azından vücuda vitamin sağlıyor :)

Geri dönmeden önce bilet işini de aradan çıkartıp sona bırakmayayım diye bileti almaya gidiyorum. Toshi bana bileti nereden alacağım konusunda bilgi vermese bu bileti bulma şansım hiç olmazdı. Trenler çok pahalı ve şehirler arası tek bir yönün fiyatı neredeyse 5000 yen(100 lira).

IMG_5369

Toshi’nin bahsettiği bilet ise standart trenlerde 1 ay içinde 5 gün sınırsız seyahat etmemi sağlayacak olan “seisyuh hei-hachi” adındaki bir bilet. Yani bir gün içinde istediğiniz kadar indi bindi yapabilirsiniz ve bunu 1 ay içinde 5 farklı güne yayabilirsiniz. Şansıma bu dönemde çıkan ve özellikle öğrencilerin ucuza seyahat etmelerini sağlayan bir bilet. Tam aradığım şey! Bilet fiyatı 100$ ancak 5 kere seyahat edeceğimi düşünürsek oldukça mantıklı. Parayı bayılıp bileti kapıyorum.

Eve döndüğümde Toshi bana Okonomiya’ki yapmaya başladı. Bizim için çok egzotik görünen bu yemeği ufacık tavası ve ocağında 15dk da yapıyor. Ve normalde okonomiyaki sosu olarak satılan sosu da kısa sürede çırparak yapıyor. Adamda gerçekten yetenek var ve yemek işine gönülden bağlı olduğu her halinden belli. Ve tabiki yaptığı okonomiyakiden de…

IMG_5366

Mutfağına labrotuvar adını vermiş. “Toshi’s Lab”. Bu küçücük mutfakta yapabildiklerinin sınırı yok gerçekten. Fırınım olsa çok daha fazla şeyler yaparım diyor ama koyabileceği bir yer olmadığından alamıyor. Hem ailesi hem de seçimleri hakkında uzun uzadıya konuşuyoruz ve uzun süreden sonra mutlu bir hikaye dinlemek benim de keyfimi yerime getiriyor. En azından eskisi kadar olmasa da arada bir gelen gelecek kaygılarım konusunda endişelenmemem gerektiğini farkında olmadan anlamamı sağlıyor. Bunların hepsini onunla ilgili olan yazıda okuyabilirsiniz.

DSCN0162

DSCN0175

IMG_5379

Karşlılıklı müzikler açılıyor bu sefer. O bana Japon klasiklerinden dinletiyor ben de ona Ezgi’nin Günlüğü’nden şarkılar dinletiyorum. Sonra bir ara bana bir ekmekten bahsetmeye başlıyor. Türkiye’de daha önce yediği bir ekmek ve tarif ettiği şekilde baktığımda bariz tandır ekmeğinden bahsediyor. İnternetimiz aşırı yavaş olduğu için tarifini bulmak yarım saat sürüyor nerdeyse. En sonunda bir yörük sayfasından yapılışını buluyoruz ancak haliyle bir kuyu gerekiyor ve doğal olarak evde yok. Bana o kuyudaki ateşin sıcaklığından ekmeğin içine koyulanlara ve yapılma şekline kadar bin tane soru soruyor ve ben de elimden geldiğince bulmaya çalışıyorum. Sabah çok erken saatte kalkıp Osaka’ya yola çıkacam ancak o bana sabah kahvaltıda tandır ekmeği yedirmeye kararlı. Akşamdan hamuru mayalayıp yoğuruyor ve sabah kalktığında yine o ufak teflon tava içinde ekmekleri yapmaya başlıyor.

IMG_5376

IMG_5380

Tabiki bir tandır ekmeği değil ama bir gecede ekmek tarifi alıp tandır ekmeğinin tadına bu kadar benzeyen bir şey yapabilmesi bence olağanüstü bir durumdu. İleride bir gün Türkiye’nin doğusunda tandır ekmeğinin harman olduğu bölgelere gitmeyi teklif ediyorum ve havada kabul ediyor. Resmen şu anda benden tarih vermemi bekliyor. İstanbul’a döndüğümde sanırım doğudan beni takip edenlerden bu konuda bir istekte bulunabilirim. En azından 1-2 saatliğine Toshi’ye ekmek yapmayı öğretecek bir usta bulabilirsek muhteşem olur :) Ve tabiki Toshi de bizim ustaya Sushi yapmayı öğretecek karşılığında :)

Sabah uyandığımda Toshi kalkmış boş boş bir yere bakıyor. Telefonumla şu şekilde bir görüntü yakalayabildim çaktırmadan :)

IMG_5372

Biraz dragonball’da ki Songoku’yu andırıyor sanki…

Ve 2 günlük Fukuoka’nın sonuna geliyor, Osaka’da ki hostele doğru yola çıkıyorum.

 

 

 

 

 

2 Responses

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.