Yine depresif bir halde bilgisayar başındayım. Her geçen gün fütursuzca mutlu mesut seyahat edenleri daha çok kıskanıp onlardan uzakta yaşama isteği artıyor. Tayland’dan Malezya’ya geçişim bile zaten bir gecelik bir düşünce sıçraması sonucu gerçekleşti. Genelde bu anlık kararlarımdan hayatım boyunca pek yararlandığım söylenemez ama hayalperest kişiliğim her seferinde bile bile lades demekte kararlı görünüyor.Yine bu yazıda Penang ile ilgili pek bir şey bulamayacaksınız, üzgünüm. Üzgünüm ama üzgün olmamın sebebi yazıda Penang ile ilgili pek bişey olmaması değil, yanlış anlaşılmasın. Kişisel sebepler…

Penang’da kaldığım ucuz hostel batmaya başladı. Her şeyden önce notlarımı aldığım ve türlü türlü gereksiz işler için kullandığım laptop’ımı odada elektrik prizi olmadığı için kullanamıyorum, kullansam bile artık çok eskidiğinden durmadan kapanıp duruyor yada hiç beklenmedik bir anda kilitleniyor. Yeni bir laptop zamanı geldi artık. Aslında bunun sinyallerini bana ekranın sol tarafında çıkan yeşil çizgiler söylüyordu ama nasıl olsa bastırınca geçiyor diyerekten görmezden geldiğim için şimdi bunlarla uğraşıyorum. Yazılarımı eskilerin yaptığı gibi kağıtlara aktarıp, boş bir bilgisayar bulduğumda da dijitale geçiyorum.

101 img_15288x6

Keyfim pek olmadığı için odaya bok atmaya devam edip kendimi oradan daha iyi bir yere geçirmek için bin tane sebep ürettikten sonra hemen yakınlarda bulunan başka bir yere, Old Penang Guesthouse’a geçtim. Geceliği yaklaşık 20 lira ancak o paranın hakkını fazlasıyla verecek bir yer. Sadece gün boyu açık klima bile o para için değer. Yeni hostelle birlikte yeni insanlar tanımaya başladım hızlıca. Hostelde kalmanın en güzel (bana göre) yanlarından biri gerçekten ne kadar fazla tipte insanı tanıma şansına ulaşıyor olmanız. Belki bu tarz insanlar olduğunu biliyorsunuzdur ama yüz yüze gelmediğiniz sürece “ne kadar bilebilirsiniz?”.

Yazar olmaya hevesli Amerika’lı Jack bilgisayarın başına oturmuş sürekli bir şeyler karıştırıyordu. Tam karşısındaki yatakta yatan 20 yaşındaki her halinden dünya’nın en güzel kızı olduğunu çoktan kendisine ilan etmiş İngiliz kız Ella daha fazla dayanamayıp Jack’in yanına gitti ve “Ne yapıyosun sen saatlerdir bilgisayar başında?” diye sordu. Jack pek istifini bozmadan, “yazacağım roman için araştırma yapıyorum” dedi. Ella;

-Aaa! Roman mı yazıyorsun? Ya ben de yazıcaktım ama pek vaktim olmadı!
-Sen mi roman yazacaktın? Konusu neydi peki?
-Mmm..Tam düşünmedim ama benimle alakalı olacaktı sanırım.

Tüm bu olanları uzaktan izleyen ben gülmemek için kendimi artık zor tutuyodum. Jack ile göz göze geldik ve onun da benden farklı olmadığını anladım. Ella suratımdaki sırıtmayı görünce bana doğru geldi ve niye güldüğümü sordu. Suratındaki o ifadenin fotoğrafını keşke şuraya koyabilsem. Yani kendisiyle dalga geçtiğimizin farkında ama hiç umrunda değilmiş gibi. Sorusunu geyik yaparak savuşturduktan sonra hep beraber yemeğe gidelim teklifi Tennesse’li Cliff’den geldi. Henüz kendisini tanımıyordum ama yemek bunun için uygun bir ortamdı zaten.

Cliff gitarıyla dünyayı gezen bir eleman. Benimle hemen hemen aynı yaşlarda, 10 yıldır gitar çalıyormuş. Çaldığına bakılırsa 10 ay bile denemez ama asıl mesela kötü çalması değil, bunu hiç dert etmemesi. Yemek esnasında Cliff beni en çok etkileyen yerin neresi olduğunu sordu, ben de binalardan ziyade insanlarla ilgilendiğimi ve bu minvalde İran’ın beni çok etkilediğini söyledim. Ve tabiki her konuya salça olmak isteyen Ella buraya da karışıp “Orada herkes senin parandan başka bişeyi düşünmez” dedi. Açıkçası biraz sinirlenmiştim bu önyargıya, gerek İran’a karşı beslediğim kişisel sempatim gerek önyargının yersizliği canımı sıkmaya yetmişti. “Ne zaman gittin ki oraya?” diye sordum sakince. Ve tabiki beklediğim cevap geldi: “Hiç gitmedim” . O önyagılı diye ben de olmamalıydım, o yüzden bunu kontrol altına alıp konuyu değiştirdim.

-Sen ne iş yapıyordun Ella?
-Şarkıcıyım ben.
-Çok iyimiş, albüm satışların iyi mi bari?
-Hayır albümüm yok.
-Single falan? Yada ne bilim internet üzerinde şarkılarını yayınladığın bir yer vs?
-Hayır yok.

Evet belki de burada “e peki nasıl?” diye devam etmem gerekiyordu. Emimin hepiniz de bu sorunun cevabını bekliyorsunuz ama önce burnumdan derin bir nefes aldıktan sonra başımı önüme çevirip yemeğimi yemeye devam ettim. Ve hayır, halen de bu sorunun cevabını merak etmiyorum. Penang/Georgetown’da benim için çok fazla bir şey yoktu sanırım. Bazen bir şehre gelmeden önce yada gelir gelmez içimde bir mutluluk, bir heyecan ve coşku oluşur. Çok sık olmasa da ben de zaman zaman oluyor bu. Buraya geldiğimde hiç olmadı ve herşeyi buna bağlamak yanlış olur tabiki ama buranın bana hitap etmediğini düşünüyorum. Tüm gün hostelde oturmuş olmamak için dışarı çıkıyorum, yarım saat 1 saat gezip geri dönüyorum. İnternetten etrafta gidilebilecek yerleri araştırıyorum, hiçbiri ilgimi çekmiyor.

charlie

Akşam saatlerinde tam arkamdaki yatağa bir kız geliyor, Kuala Lumpur(kısacak KL)’dan gelmiş. Sonunda samimi bir gülümseme ve sevimli bir tiple karşı karşıyayım. Hemen muhabbet başlıyor. Çince ismi Chia Li olduğundan telaffuz açısından kolay olsun diye Charlie ismini kullanıyor. KL’da bir şirkette muhasebeci ama işinden nefret ediyor. Buraya bir konferans için gelmiş ama bu konferans işle tamamen alakasız, “Million Dollar Mind” adında bir gösteri. Elindeki broşürlere göz attığımda zengin olma vaadi satan klasik tipleri görüyorum. “Gerçekten inanıyor musun bunlara?” diyorum, “Denemekten ne çıkar ki?” diyor. Ben de yarın seninle gelecem diyip ertesi gün için planımızı yapıyoruz.

Sabah Charlie ile beraber çok yakın olan konferans salonuna gidiyoruz. İçerisi tahminlerimden çok daha dolu. Sahnedeki adam parlak yüzükleri, kel kafası, top sakalı, dikine çizgili gri takım elbisesiyle tam bir başarı timsali görüntüsü çiziyor. Katılan insanlar ise bu manipülasyonun bir parçası çoktan olmuşlar bile. Belli aralıklarla insanların dikkatlerini çekmek ve bir şeyin parçasıymış gibi hissettirmek için seyircilere soru soruyor ve sonunda “YES or YES?” diyor. Herkes hep bir ağızdan YES! diyor tabiki. Bunu sürekli olarak yapıyor ve insanları koyun sürüsü gibi yönlendiriyor. Ben durumun farkındayım ve işin ne kadar saçma olduğundan bahsetmek istiyorum ancak Charlie’ye karşı da salak muamelesi yapmış olmak istemediğimden ona ne düşündüğünü soruyorum. Sanırım benim durumumun farkına varmış olacak ki pek katılım göstermiyor, belki ben olmasam ordakilerden biri olacaktı. Bu gösteri o kadar komik ki, bir bölümde meditasyon moduna geçiliyor, tüm insanlardan gözlerini kapatmaları ve kolonlardan gelen kadının sesine ve meditasyon müziğine odaklanmaları isteniyor. Yaklaşık 5dk lık bir klasik “gözleriniz kapanıyor, stresiniz azalıyor, tüm dertleriniz uçup gidiyor” seansından sonra kadın şu anda dinlediğiniz bu cd nin ücreti şu kadardır, eğer 3 seti birden alırsanız şu kadar kar edersiniz gibi şeyler söylüyor. Ben gülmeye başlıyorum, dönüp Charlie’ye baktığımda o çoktan gözlerini kapamış ve gayet ciddi ciddi dinlemeye devam ediyor. Kalabalığın arasında transa çoktan geçmiş ve boyunları düşmüş olan tipler görüyorum. Gerçekten inanılacak gibi değil. Sonunda 5 den geriye sayıp herkesi uyandırıyorlar. Birkaç kişi trans yerine öğle uykusuna geçmiş, onları da yanında oturanlar uyandırıyor.

Bu salak eğitim muhabbeti aslında benim de buradaki insanları tanıma fırsatı da verdi. “Eğitim” gereği herkes bir partner seçip onunla verdikleri kitaplardaki soruların cevaplayıp karşı tarafa bunu okuyacak, karşı tarafta “wooow! harikasın” diyip çak bi beşlik diyerek gülmesi gerekiyor. Başka bir deyişke karşılıklı mastürbasyon. Elimdeki kitaptaki sorulardan biri “Limitsiz zengin olsanız ne yapardınız?” . Ben salak olduğum için tüm evsizler için ev yapardım yazdım ve bunu partnerime söyledim, baya bi şaşırdı ve haarikaaasııın! diyip elini kaldırdı, boş kalmasın diye çaktım ben de beşliği. Sen oku dedim,

– 7000m2 büyüklüğünde denize sıfır bir kale yapardım kendime ve ölene kadar yetecek yemek olsun isterdim içinde!
-…
-…
-…
-…
– Gerçekten mi?
– Evet?

Elini havaya kaldırmış benden beşlik çakmamı beklerken bir insanın bencillik boyutlarının ne kadar ileriye gidebileceği konusunda beyin loblarım arasında hemfikir olmalarına rağmen hararetli bir tartışmaya çoktan başlamıştı bile.

Verdikleri eğitim kitinin fiyatı bu konferansa katılanlara özel olarak indirimli ve sadece 2,500 lira. Kısacası 2,500 lira verip milyoner olabilirsiniz diyorlar. Charlie bana bu ücretin TR standartlarında ucuz olup olmadığını soruyor. Dayanamıyorum ve kendisine yaklaşık 2 saatlik bir nutuk çekiyorum. İşe yaradığını umuyorum, en azından üyelik almadı.

 

Penang ile ilgili iyi bir şeyler söylemek gerekirse yemekleri gerçekten güzel. Sokak yemekleri de restoran yemekleri de baya başarılı. Hint mutfağının çok güçlü bir etkisi altında oluşu bunun en büyük nedenlerinden biri sanırım. Sokaklarda duvarlara çizilmiş çok güzel graffitiler ve resimler var. Turistik bölgeler dışına çıktığınızda insanlar yüzünüze korkuyla bakıyor, ama gülümsediğinizde onlar daha da çok gülümsüyor. O yüzden Georgetown dışında bir yere çıkmayı da düşündüm ama kafamdaki başka şeyler yüzünden direk şehri terkedip KL’a gitmeye karar verdim. Hemen ertesi güne otobüs biletimi aldım ve yola çıktım.

hamburger

food

penang streetart ch_2014711185854

not: pek fazla fotoğraf çekmediğimin farkındayım. Keyfim çok yerinde olmayınca yaşadığım yan etkilerden biri bu.

 

3 Responses

  1. çağrı öz.

    Yıllar yıllar önce işsizken İstanbul’da Beşiktaş’ta çok bilinen büyük bir otelde, doğal beslenme(zayıflama diyelim) ürünleri sattığını iddia eden sonradan ne halt olduğu sağlığı zarara giren insanlardan ortaya çıkan bir firmanın benzer bir titan toplaşmasına katılmıştım. O zaman işsizlikten sıyırmak üzere olduğum için ve tabii yaş da daha 20’lerinde olduğu için her ipe sarılıyordum iş bulacam ümidiyle. Nitekim bu saadet zincirindeki iyi giyimli insanlar, sürekli yüksek dozda bir müzik eşliğinde sahneye kendileri de seyirci de alkış tutarak çıkıyor ve bu ürünleri satarak ne kadar zengin ve mutlu olduklarından bahsediyorlardı. bunun sonu nereye varacak diye dinlerken sonunda bize bu ürün setlerini satıp bizim de başklarına satarak onlar gibi zengin olacağımızı söylediklerinde ben ayağa kalkıp dışarıya doğru yöneldim. Oraya geldiğimde beni karşılayan ve onun ekibinde olduğumu iddia eden kişi nereye? diye sordu, ben de “Nereye mi, gerçek hayata, iş bulmaya” deyip ayrılmıştım. Bundan çok değil 5 – 6 yıl sonra bu ürünlerden ayvayı yemiş bir takım insanlar tv’lerde vücutlarındaki yaraları sergiliyorlardı. (Hatta geçtiğimiz yıllarda Yılmaz Erdoğan’ın Neşeli Hayat filminde bu hikayeyi görünce yaşadıklarımı hatırladım :) )
    Hayatın kendisinden ziyade, esasında insanoğlu çok acaip bir varlık. Hayatı da çekilmez kılan tamamen insanın inanarak yaptığı bu saçma hareketler zaten. Ve toplumun geneline gerçekleri göstermek öyle zor ki. Beyin kalıplara inanan bir organmış, bu sebeple saçma şeylere inanıp, tercihlerini ona göre yapmaya da eğilimli imiş. Herkes hayatında yaptığı saçmalıklara bir göz atsın bakalım öyle mi değil mi? Beyin inanacak kalıpların peşinde koşar ve saçmalıklara sizi inandıracak kılıfları hazırlar diyor kitabın birinde bir uzman. Hani emniyet kemeri takmayıp, bize bir şey olmaz, allah büyüktür diyen şöför gibi. Ben son günlerde bunun üzerine fena halde okuyorum ve kafa yoruyorum ve yaptığımız pek çok saçma hareketin, inandığımız pek çok saçmalığın cidden beynimizin bize oynadığı bu kalıplar oluşturma oyununa kanıt olduğunu gözlemliyorum, kendi hayatım da dahil.

    Yanıtla
    • Gökhan - Yoldaki.com

      Gözlemlemeyi ne zaman ki kendi hayatımızda yapmaya başlarız zaten ancak o zaman bir arpa boyu yol almaya başlamış oluyoruz. Kendi hayatının gidişatına tam hakim olan biri ancak o zaman diğer insanların hangi kararları hangi sebeplerle aldığına yorum getirebilir. Çünkü hiç birimizin bir diğerinden farkı yok. Temelde aynı kalıpları esas alıp hareket ediyoruz ancak pek çok insan bu kalıpları incelemek yerine direk sonucu eleştirme yoluna gidiyor. Oysa tüm hareketlerin, tüm düşüncelerin ve fikirlerin bir geçmişi, bir doğumu ve bir sebebi bulunuyor. Mevcut sistem ise bu kalıpları yaratan tanrı olduğu için tüm savunma mekanizmasını bu kalıpların sorgulanmaması için tasarlamış ve bu savunmayı geçemeyen herkes de birbirini eleştirip gereksiz şeyleri sorgulayarak zamanlarını öldürüyorlar.

      Yanıtla
      • çağrı öz.

        Aynen. Pisikolojik olarak da insan beyninin kalıplarla düşünmeye göre ayarlı olduğu, abuk sabuk düşünce ve inançalırımızın genelde bu kalıp arama arayışından kaynaklandığı söylenir.
        ve çok doğru bir söz var şimdi filozofunu hatırlayamadım: “İnsanı mı tanımak istiyorsun, kendinden başla” der.

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.