Gece pek uyumayı planlamıyordum çünkü nasıl olsa sabah 3’de yola çıkacaz. Sonradan aklıma otobüsün muhtemelen pek rahat olmayacağı ve uyuma şansımın yolmayacağı aklıma gelince biraz uyumaya karar verdim zira saat gece yarısı olmuştu zaten. 1-2 saat de olsa uyuyayım dedim. Sabah saat tam 3’de taksi bizi almak üzere kapımıza geldi. 3 kişi olmamız iyi oldu çünkü otobüs terminaline gidiş 1000Rp (16$) ve 3′ e bölününce daha hesaplı oldu. Tam yola çıkmıştık ki Kotabagh köyünden dostumuz Chandra aradı beni ve terminale kadar eşlik etmek istediğini söyledi. Taksiciyi tanıyordu zaten, bizi doğru otobüse bindirdiğinden emin olmak istemiş. Şu anda Hindistan’ın tam farklı iki yüzünün arasındayım çünkü burda gerçekten herşey para ve aklımdan Chandra’ya bunun için para verip vermemek geçiyor. Chandra daha öncesinde bana internete para vermemem için mobil usb cihazını vermiş, ve istediğim gibi kullanmamı söylemişti. Kesinlikle para istemiyordu ve artık dost olduğumuzu ve dostların birbirlerine yardım etmesi gerektiğini söylüyordu. Gerçekten garip bir ikilemde kaldım…

Taksiyle giderken şoför arada bir fenerini çıkartıp ormanın içinde gezdiriyordu ve fazla geçmeden sebebini anladık. Fotoğraf koyamadığım için üzgünüm çünkü çok karanlık bir ortam ve çok dandik bir kameraya sahibim ancak ilk önce dev bir geyik ailesini vahşi ortamlarında dolanırken gördük. Çok garip çünkü arabadan hiç korkmuyorlar ve ara ara bize bakıp otlanmaya devam ediyorlar. Televizyondan veya hayvanat bahçesinde izlemekten çok çok farklı bir tecrübe gerçekten. Yola devam ederken birden arabanın önüne bir tavşan atladı ve bir süre bize eskortluk etti. Ardından inanılmaz sevimli bir yaratık olduğuna gözlerimle şahit olduğum tilki aynı şekilde eskorta devam etti. Otobüs terminaline ulaştık, Chandra ile sarılıp vedalaştıktan sonra para vermemin saçma olacağını anlamış oldum. Gerçekten beni dost bilmiş, fazlasıyla belli etti bunu.

Otobüs her zaman olduğu gibi fazla geçmeden tıka basa doldu. Sabah’ın 4’ü ve muhteşem hint müzikleri eşliğinde yolculuk başlıyor. Yerimizde pek durduğumuz söylenemez, sürekli olarak kıçımız oturduğumuz yerden 10cm kadar zıplayıp tekrar aşağıya iniyor. Otobüs içinde bu durumdan bizim dışımızda eğlenen kimse yok sanırım :)
200km Türkiye’de yaklaşık 2,5-3 saat, burda ise en az 6 saat olarak hesaplamak gerekiyor. Sabah 6 gibi bastıran sis yüzünden birkaç kez çarpışma tehlikesi atlatsak da birkaç cm farkla kurtulduk. Burada bu normal kabul ediliyor anladığım kadarıyla. Sabahın buz gibi havası yavaş yavaş ısındı ve 3 saat kadar sonra ilk molaya ulaştık. Önceki toplu taşıma aracından 9 saat boyunca inememiştim çünkü çantamı tek bırakmak istemiyordum ve bu konuda bir çok kişi tarafından defalarca uyarıldım. Bu sefer 3 kişi olduğumuzdan ve acil olarak tuvalete gitmem gerektiğinden Alana ve ben çıktık. Acıktığımdan tam olarak ne olduğunu bilmediğim ama güzel kokan birşey yedim. Kızartma hamur ve içinde elma ve muz var sanırım, değişik birşey. 0,15$ olduğu için 3 tane yedim ve açlığımı baya bir kesti diyebilirim.

street

Yolun sağ tarafında bir grup insanın elinde renkli süslü püslü birşeylerle geçtiğini görüyorum, daha sonra bu insanların sayısı git gide artmaya başlıyor ve sonra öyle büyük bir insan kuyruğuna dönüşüyor ki anlatmak mümkün değil. Otobüsle gittiğimiz yaklaşık 1 saat boyunca çok yoğun bir insan topluluğunun omuzlarında taşıdıkları bir çubuk ve çubuğun iki tarafında bulunan sepetlerle yolu yürüdüğünü görüyoruz. Başta çok dikkat çekmemişti ama bu kadar uzun bir insan konvoyuna ilk defa şahit oluyorum. Arkamda oturan Hintlilerden biri hemen olaya açıklık getiriyor. Dünya’da resmi olmayan en büyük ulus olan ve sayıca 77 milyon kişi oldukları tahmin edilen Tamiller’in Thaipusam festivali için yaptıkları bir ritüel.

Tamiller omuzlarında taşıdıkları bir çubuk ve iki ucunda bulunan ufak kapların içinde süt, hindistan cevizi sütü yada bir takım yiyecekler bulunan Kavadi‘yi çok uzun bir yol yürüdükten sonra tanrıları olan Muruga’ya sunmaya gidiyorlar. Bu yol oldukça çetrefilli ve zor çünkü hem çok uzun bir yol hem de uymaları gereken bir takım kurallar bulunuyor ve bunları uygulamak hem zihinsel hemde fiziksel olarak çok zorlu bir süreç. Günde sadece 1 kere vejetaryen yemeği yiyecekler, alkol yasak, seks yasak, saçlarını kazıtacaklar, soğuk suyla yıkanacaklar, herhangi bir mat olmadan yerde yatacaklar ve sürekli olarak düzenli ibadet yapacaklar. Kendilerine en derin saygılarımı iletip, Tamilli olmadığıma şükredip sadece fotoğraf çekmeye çalışan salak bir turist olmaktan mutlu bir şekilde yoluma devam ediyorum.

IMG_1579

Rishikesh’e direkt otobüs olmadığından Haridwar’da iniyoruz ve oradan Rikşa ile gitmeyi planlıyorduk ama bizim Gilles ve Alana’nın yolculuğu benden çok daha rahatsız geçtiği ve artık kıçlarının rahat bir yere oturmasını istedikleri için taksi ile gitmek istiyorlar. Rikşa ile daha ucuza gelecekti ancak bu şekilde de fiyat 3’e bölüneceğinden aradaki farkı görmezden geliyorum ve ok diyorum. Taksi’ye atlıyoruz ve adam başı 4$ gibi bir ücret verip (rikşa olsa 2$ olacaktı) Rishikesh merkezine doğru yola çıkıyoruz. Yanımıza aldığımız muzları yiyip kabuklarıyla yol kenarlarındaki inekleri besliyoruz. Yarım saat kadar sonra Ganj nehrinin üzerinde bir köprünün başına getiriyor dayı bizi ve bundan sonrasına arabaların girmesi yasak. Oh ne güzel sessizlik diye düşünüyorsan baştan söyleyeyim yok öyle birşey.

Hindistan’ın en büyük özelliği ineklerin, maymunların ve motorların insanların girebildiği her yere girebildiği gerçeği ve köprü üzerinden hepsi geçebiliyor. Ufak, kalabalık ve baya yaylanan bir köprüden karşıya geçiyoruz . İlk gitmeyi düşündüğümüz ve 1000 odası olan Ashram’a ulaştığımızda şok oluyoruz, çünkü boş oda yok. İlk başta klasik boş odamız yok sizi şuraya alalım biraz daha pahalı ama orasıda iyidir numarasıdır diye düşünüyorum ama resepsiyondaki abi gayet cool bir şekilde Nisan’a kadar oda yok diyor. Yuh! Türk olduğum için hemen bir hesap yapıyorum ve oda ücreti ortalama 500Rp olan bu Ashram’ın ayda 240.000$ kazandığını hesaplıyorum. Vay arkadaş…

Çıkıp başka bir Ashram aramaya koyuluyoruz ve her yerde bolca olduğundan nispeten biraz daha sessiz bir yerde olsun diye merkezden 5dk kadar uzağa yürüyoruz ve yeri hemen Ganj nehrinin yanında olan Vedniketan Ashram’ını buluyoruz.
“Rezervasyonumuz yok” diyoruz,
“zaten rezervasyon yapmıyoruz” diyor.
“Oda var mı?” diyoruz,
“Olmaz mı?” diyor.
“Fiyat?”
“Adam başı 150Rp(2,5$) ve sabah akşam 1’er saat Yoga dersleri dahil”

Anında atlıyoruz tabiki ve hemen odalara yerleşiyoruz. Odanın yatak kısmı güzel, bu arada tek kişilik bir oda ve geri kalanlar çift kişilik olduğu için Gilles ve ben ikiz yatağı paylaşıyoruz. Hindistan’a gelip Fransız bir erkekle yatacağımı pek düşünmemiştim ama Hindistan işte :) Alana’ya da tek kişiliği veriyoruz haliyle. Yatak kısmı güzel, oda çok pis görünüyor ancak aslına bakılırsa sadece görüntüde öyle. Tozlu olmasının dışında pislik adına birşey pek görmedim. Tuvaletler de keza resimde görüleceği üzere korku filminden çıkmış gibi gözüksede gerçekten o kadar kötü sayılmaz. Düzgün bir badana boya yapılsa gayet iyi gözükür ama pek sallamıyolar bu detayları. Hepsi bir kenara, muhteşem huzurlu bir bahçesi var.

 

 

 

 

 

???????????????????????

 

 

 

 

 

İlk gün için Rishikesh ile ilgili söyleyebileceklerim genel olarak çok “Hippi” bir yer olduğu ve düşük bütçeli gezginlere hitap ettiği aşikar olan bir yer. İnsanları sıcakkanlı, güleryüzlü ve o bişeyler satmak için kafanı ütüleyenlerden çok uzak. Elimizdeki öteberiyi akşam yemeği olarak yiyip ertesi gün sabah Yoga dersine katılmak üzere odalara çekiliyoruz. Yarın ilk Yoga deneyimimi ve Rishikesh’de yaşamın nasıl olduğuna dair deneyimlerimi yazacam.

O zamana kadar, cümleten Namaste! :)

13 Responses

  1. Ayca Kaya

    aslinda sunu dusunuyorum. cok yeri gormek onemli degil. cok ilginc ve guzel bir ulke sececeksin (sri lanka mesela), oranin en guzel yerinde 2-3 ayligina bir ev kiralayacaksin, bir kac arkadasinla gidip kalacaksin. boylece surekli yol olmaz, surekli kalacak yer problemi yok.

    Yanıtla
    • Gökhan - Yoldaki.com

      Bu site “böyle sürekli yol olmaz” söylemine tepki olarak doğmuş bir site :) Takipte kalırsanız olmaz denilen şeylerin olabildiğini ve çok da güzel olabildiğini görürsünüz :)

      Yanıtla
      • Ayca Kaya

        gecen yillarda,antalya olympos’ta australyali iki backpackerla tanistim, 9 aydir yoldayiz demislerdi. sonra istanbula ben de kalmaya geldiler. 1 yillik bir gezi planlamislardi. gecekten oyle yaptilar. gezerken bir sure sonra gezmenin heyecanini yitirdigini soylediler. baska bir yere geciyorsun, yeni bir yer ama yeni yer siradanlasiyor, gene her zamanki gibi yeni bir yer diye bakiyorsun demislerdi. olymposta bungalowlar eskiden gunlugu 12 dolar civarindaydi.gecen yil gittin 30 dolara cikarmislar.kahvalti ve aksam yemegi dahil.

      • çağrı öz.

        Kendi adıma benim için mesele çok yeri görmek rekor peşinde koşmak değil. Benim derdim görmek istediğim her yeri görebilmeyi denemek. İçimden gelmediği halde sırf şuraya da gittim ya da gitmediğim bi burası kaldı diye gitmek istemediğim hiç bir yere gitmem. Bu durum kişiden kişiye değişir ama Gökhan’ın anlatmaya çalıştığı şey bu benim dediğim de değil benim anladığım. Gezginlik ve gezmek aynı şeyler değil. Gezgin, hayatını gezerek idame ettiren insan, adeta bir meslek gibi; gezen insansa genellikle sabit bir işi ya da geliri olan(bu emekli de olabilir) ve fırsat buldukça merak ettiği yerleri gezip gören insandır(Buna gezgin değil, gezmeyi seven insan denir, ben şu an için bu kategorideyim). Zaten gezginler’e de hayatlarını buna adadıkları için gezgin deniyor. Örnek Nasuh Mahruki motosikletiyle İstanbul’dan Katmanduya gitmiştir, belki başka yerlere de ama bir gezgin değildir, hayatını bu şekilde geçirmiyor. Açıkçası kişisel olarak ben de bu örnek gibisini düşünüyorum, gezginlik gerçekten herkesin harcı değil. Gezip görmek istediğim yerlere gitmek, bunun için fırsat, imkan ve zaman yaratmak benim düşündüğüm, bu esnada yolda olmanın da tadına varmak ama ömrümü yolda geçirme isteği en azından şimdilik yok. Zaten Gökhan’ın bir gezginde olması gereken nitelikler başlıklı makalesinde de bu güzel anlatılmış. Okuyun bence. Bir de gezgin insanı vazgeçirmek ya da yaptığının doğru olmadığını ima etmek ister bir çabada gördüm sizi yorumlarınızda. Oysa zaten benim anladığım Gökhan kardeş de tam da bu işaret etmelere, vazgeçirmelere ya da yönlendirmelere orta parmak gösterip yola çıkmış benim anladığım.

    • Guest

      Kendi adıma benim için mesele çok yeri görmek rekor peşinde koşmak değil. Benim derdim görmek istediğim her yeri görebilmeyi denemek. İçimden gelmediği halde sırf şuraya da gittim ya da gitmediğim bi burası kaldı diye gitmek istemediğim hiç bir yere gitmem. Bu durum kişiden kişiye değişir ama Gökhan’ın anlatmaya çalıştığı şey bu benim dediğim de değil benim anladığım. Gezginlik ve gezmek aynı şeyler değil. Gezgin, hayatını gezerek idame ettiren insan, adeta bir meslek gibi; gezen insansa genellikle sabit bir işi ya da geliri olan(bu emekli de olabilir) ve fırsat buldukça merak ettiği yerleri gezip gören insandır(Buna gezgin değil, gezmeyi seven insan denir, ben şu an için bu kategorideyim). Zaten gezginler’e de hayatlarını buna adadıkları için gezgin deniyor. Örnek Nasuh Mahruki motosikletiyle İstanbul’dan Katmanduya gitmiştir, belki başka yerlere de ama bir gezgin değildir, hayatını bu şekilde geçirmiyor. Açıkçası kişisel olarak ben de bu örnek gibisini düşünüyorum, gezginlik gerçekten herkesin harcı değil. Gezip görmek istediğim yerlere gitmek, bunun için fırsat, imkan ve zaman yaratmak benim düşündüğüm, bu esnada yolda olmanın da tadına varmak ama ömrümü yolda geçirme isteği en azından şimdilik yok. Zaten Gökhan’ın bir gezginde olması gereken nitelikler başlıklı makalesinde de bu güzel anlatılmış. Okuyun bence. Bir de gezgin insanı vazgeçirmek ya da yaptığının doğru olmadığını ima etmek ister bir çabada gördüm sizi yorumlarınızda. Oysa zaten benim anladığım Gökhan kardeş de tam da bu işaret etmelere, vazgeçirmelere ya da yönlendirmelere orta parmak gösterip yola çıkmış benim anladığım.

      Yanıtla
  2. Ayca Kaya

    :)))))) harika, yine guldurdun. Gokhan. bir soru: bu sekilde gezmenin nesi zevkli? tamam yeni yerler goruyosun, macera falan var. ama bir suru zorluklari, problemleri de var. kendi evinde guzel guzel uzanmak varken, arkadaslarin, kafan yorulmuyor, oyle pahali mi ucuz mu diye stres yapmadan yasamak varken, neden gezmek. degiyor mu gercekten? benim gordugum toprak ayni toprak, gok ayni gok.

    Yanıtla
    • Gökhan - Yoldaki.com

      toprak aynı toprak, gök aynı gök ama kafa aynı kafa değil :) benim ki biraz farklı çalışıyor.
      Sorunuza cevap olabilecek güzel bir söz var, “Limanda duran bir gemi güvendedir ama gemiler limanda dursun diye yapılmamıştır.” :)

      Yanıtla
      • Ayca Kaya

        guzel, ama insan gezgin olmak icin mi yapilmis? gezmek harika birsey. ben ona bir sey demem. ama bu sekilde gezmenin buyuk bir esprisi yok gibi geliyor.genel olarak, mantikli australyali,amerikali, avrupali, kanadali backpackerlardan gordugum su: adamlar universiteyi bitiriyor, ise baslamadan veya basladiktan 1-2 yil sonra, 1 yil kadar bir dunya turuna cikiyorlar. goruyorlar sonra memleketlerine donup diger ulkeleri cok merak etmeden yerlesiyorlar. ama bunu bir de sureklilige dokenler var. onlari ise cok basibos ne yapacaini kestiremeyenler olarak gordum.

      • Gökhan - Yoldaki.com

        Yabancılardan gördüğünüz 1 yıllık gezi olayı -gap year diye adlandırıyorlar- kültürleri daha iyi tanımak, farklı durumlara adapte olmak, vizyon genişletmek adına yapılan bir şey. Neredeyse zorunlu bile diyebilirim çünkü CV’lerine yazdıkları bir durum bu. İnsan bir çok şey olmak için yapılmış, michael jackson dans için, rahmaninov piano için, maradona futbol için. Her insanın bir yatkınlığı veya ruhunu en iyi şekilde ortaya koyabildiği bir noktası vardır. ben kendimde bunun gezginlik olduğunu düşündüğüm için bunu yapıyorum. Mesela size başıboş geliyor olabilirim ama benim için de günün 8-10 saati ofiste çalışıp, 2 saat trafikte kalıp, 7 saat uyuduktan sonra geriye kalan 4-5 saatlik kesimde hem yaşamsal ihtiyaçlarını giderim hem kendine vakit ayırmaya çalışmak başıboşluktur :) İnsan yapmak istediğini yaptığı sürece başıboş değildir kanımca :)

      • Ayca Kaya

        eger sen planlamissan ve bunu boyle istiyorsan, tabi ki basibosluk degil. ama gezginlerin hepsi boyle degil. bazen bir kacis icin yola koyuluyorlar ve hicbir zaman ne aradiklarini bilmeden geziniyorlar.

      • çağrı öz.

        Kanımca gezginlerin pek azı sizin dediğiniz gibiler. Ben de uzun zamandır takip ederim Türkiyeyi veya Dünyayı gezen Türk ve yabancıları genellikle Gökhan arkadaşın kafasındalar, bunu yaşam biçimi yapmışlar veya yeniden eve dönüp bir süre çalışsalar bile tekrar bir hedef koyup seyahate çıkan tipler. Genellikle de seyahatlerinin belli amaçları var, kimisi kendini bulmak, kimisi dünyanın en uç noktalarına gitmek, kimisi motosikletiyle ne kadar limit zorlayabilirim’i keşfetmek, kimisi eşini ya da çocuğunu da alıp doğada çadırda yaşayarak gezeceğim’i başarmak v.s. sebeplerden yollardalar. Sadece dünyayı ya da Türkiyedeki her yeri gezecem amacıyla da çıkan çok bu bile başıboşluk değil, onun da amacı yeni yerler görmek, keşfetmek, anı biriktirmek, fotoğraflamak, videolamak, yazmak.
        Bence sizin bahsettiğiniz şekilde gezen çok az insan var ve onlara zaten gezgin demek ne kadar doğru bilinmez, onlar daha ziyade zorunlu kaçak ya da kaçmayı seçmiş olanlar sanırım, ama benim bahsettiklerim bildiğin gezgin amacı gezmek ve bu gezmenin de kendi içinde bir amacı var.

  3. Nurten Saraç

    Sevgili Gökhan, Züfere yukarıdaki gezi notunu okuttum Şükretsin bir Fransızla yatmış, bir inekle de yatabilirdi, dedi. Aynen iletiyorum.

    Yanıtla

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.