Burada hayat sabah 5’de çok hızlı bir şekilde başlıyor ve aslına bakarsan neredeyse hiç durmuyor. Sanırım sabaha karşı saat 2 ile 5 arası 3 saatlik bir durgunluğa giriyor sonra yeniden başlıyor. Gilles ile kahvaltı için değişiklik olsun diye sabah 6,30 da kahvaltı mekanına gidelim dedik ancak yollar gün içinde olmadığı kadar kalabalıktı. Bugün 3. günümdü ve Yoga’ya gitmedim/gidemedim. Bu yazıyı okuyan arkadaşlarımın beni ve Yoga’yı yan yana getirince suratlarında yonca görmüş eşşek sırıtması oluştuğunu biliyorum ama yine de yazıyorum, evet Yoga yapıyorum :) Yoga özellikle Rishikesh’de hayatın en büyük parçası diyebilirim. Herkes yapıyor, bazıları evinde, bazıları okullarda bazıları nehir kıyısında. Öyle ki Yogasız hayat başlamıyor. Burda altını çizmek istediğim önemli bir nokta var, bizdeki Yoga ile burdakinin alakası yok. Tamam Türkiye’de gitmemiş olabilirim ama birkaç yerde görmüştüm. Bizde yapılan ve Yoga adı verilen şey burada “Eklemleri ısıtma/hazırlama” denilen Yoga öncesi hareketler :). Yani pek bir zorluğu yok, adı üstünde sadece ısınma hareketleri. Mekan geniş ve güzel. Hocamız oldukça sert ve yetenekli bi herif ve acımasız. Bu işin memleketinin burası olduğu çok belli çünkü derse başlamadan önce abik gubik hareketler yaparak ısınan Japon’ları görünce oha demiştim. Elemanların esnekliğini görünce aha dedim sıçtık, sınıfta rezil olacaz. Fakat hocanın hareketleri görüntüde çok zor değil ancak pratikte uygulamaya gelince felaket bir tecrübeydi. İşin güzel tarafı ise sadece benim için değil, elastik Japon’lar için de aynı durum geçerliydi :). Benim gibi tüm vücudu futbol oynamak üzerine evrimleşmiş bir adamın o hareketleri yapmasına olanak zaten yok. Yeni aldığım renkli şekilli hint şalvarlarının ikisinin de ağı artık yırtık ve yarın onları diktirmem gerekiyor. Evet Yoga’yı bırakma sebebim ağını yırtmak istemediğim sadece 1 adet şortumun kalmış olması. Yoga yaparken en sevdiğim kısım sadece hep bir ağızdan “OOOOMMMMMM” diyişimiz. Odanın akustiğinden mi bilmiyorum ama gözler kapalıyken bir oda dolusu insan tarafından söylendiğinde çok değişik hissediyosun. Her yerde Yoga kursları, öğretmenlik sertifikaları, yemek ve dans kursları var. Fiyatlar oldukça makul. 2 aylık Yoga öğretmenliği kursunun fiyatı 50$ ile 100$ arası değişiyor. Yani bu bilgiden sonra Yoga kursuna gidip hocanız size “Hindistan’da özel eğitim aldım” derse, millet “ooooo” çekerken sen bil ki 50$ karşılığı almış olabilir. Özellikle kısa süreliğine de olsa Delhi’yi gördükten sonra buranın hayatı bana cennet gibi geldi açıkçası. Üstüne üstlük bu aralar festivaller var ve sokakta sürekli bedava yemek, çay, tatlı dağıtılıyor. Hayır zaten kuş parasına kalıyorum, bide yemeği bedavaya getirmekten utanıyorum artık. Şaka lan tabiki utanmıyorum, direk gömüyorum. Fakirler için yemek dağıtıldığını düşünüp almamıştım ilkinde ama akşam artıkları ineklere, köpeklere ve maymunlara pay ettiklerini görünce benim de bir payım olabileceğini idrak ettim ve ertesi günden tezi olmamakla beraber yemeye başladım. Bu arada Hindistan’da bulunduğum süre içinde hiçbir enfeksiyon yada mide rahatsızlığı geçirmedim. Demekki ülkemin kokoreçleri ve martı dönerleri buranın bakterileriyle kapışacak derecedeymiş ki henüz bir halt edemediler bana. Baya uzun bir süredir et yemediğimin farkına vardım bugün. Açıkçası burdaki vejetaryen menüler Türkiye’de olsa baya bir kişinin de yemeyeceğini düşünüyorum. Hiç aramadım bile diyebilirim. Burada et yemek ve alkol almak yasak olmasına rağmen her türlü ot serbest. Aslında serbest değil tabiki ancak marketten su almak kadar kolay. Et yenmiyor olmasının sebebi de hayvanların toplumun bir parçası olarak görülüyor olması (bu yüzden yabancılık çekmedim belkide). İlk aklıma gelen peki öldüklerinde ne oluyor bu hayvanlar? O zaman etinden derisinden falan yararlanıyorlardır heralde? Tam tersine, öldüklerinde de aynı insanlar gibi ya gömülüyor yada yakılıyorlar. Gerçekten toplum içinde bir yere sahipler. İşin en komik tarafıda sokakta boş boş gezinen ineklerin herhangi bir yere ait olmadıklarını, sokak köpekleri gibi dışarda kaldıklarını düşünmüştüm ancak bu da öyle değil. Bu hayvanların hepsinin sahibi var ve dolayısıyla akşamları uyumak için gittikleri ahırlar ve bahçeler. Sabah olunca gezmeye çıkıyolar, akşama kadar gezdikten sonra hava kararınca geri gelip yatıyorlar. Biraz dil bilgileri olsaydı şayet Türkiye’deki kurumsal şirketlere üst düzey yönetici olarak atanabilirlerdi. Bkz. aşağıdaki fotoğrafta kendi üst düzey yöneticilerinizin kurul toplantısını görmüyor musunuz? IMG_1609 Sürekli güzel şeyler anlatıyorum farkındayım, hiç mi kötü birşey yok burada? Var tabiki, en başta fakirlik geliyor ve aslında orada bitiyor. Fakirlik dışında çok bir problem yok burda. Ancak fakirlik de hayatın kabullenilmiş bir parçası olduğu için kimse fakir olduğunun farkında bile değil. Herkes hayatını yaşıyor ve gayet mutlular. Geleceğe dair umut adına pek bir düşünceleri de yok, bir idealleri yok ama gerçekten hiç şikayet etmiyorlar bu durumdan. Saçma sapan bir şekilde ilgimi çeken birşey ise henüz ağlayan çocuk görmemiş oluşum. Ağlayan bebek bile görmedim. Dün gözümün önünde 4-5 yaşlarında bir bebe bağırarak koşmaya çalışırken yere yapıştı çok kötü bir şekilde. Tam kaldırmaya gidecektim ki anında kalkıp koşmaya devam etti bağıra çağıra ve yanımdan geçerken salak bir şekilde sırıtan bir suratla zıplayıp omuzuma dokunup koşmaya devam etti. Kültür mü yoksa yetiştirilme tarzı mı henüz anlayabilmiş değilim. Bir süre daha burdayım sanırım. Kaldığım süre boyunca rahat para biriktirebiliyorum. Nepal’de ki gönüllü işim Mart ayında Kathmandu’da ve Nisan ayı için de Nepal’in Gorkha şehrinde bir okulla anlaştım ve oraya gidiyor olacağım. Sonrası için de yine kabul edildiğim yerler var ama şimdilik birşey demek zor. Önce bir gidelim de sonra bakarız :)

11 Responses

  1. Ayca Kaya

    Gokhan, harika yaziyorsun, okumak cok hos, hem guzel anlatiyorsun hem de komik. en guzel yani da herseyi oldugu gibi anlatman:yani diger gezginler gibi herseyi guzel gostermiyorsun veya digerleri hep guzelliklerle karsilasiyor.

    Yanıtla
  2. Hande Gokoglu

    Yakın zamanda ben de Hindistan’da bulundum, tabi benimki 5 günlük kısa bir turdu ancak ordaki felsefeyi biraz özetlemem gerekirse Hintliler reenkarnasyona inandıkları için herhangi bir şekilde hayat şartlarından şikayet etmezler.. fakirliği kabullenmişler demişsin, evet kabullenmişler fakat bu hayatlarında ne kadar zor şartlarda yaşarlarsa ve bunu kabullenirlerse yeniden dogdukları ikinci hayatlarında daha yüksek bir mertebeye erişeceklerine inanıyorlar ve asla şikayet etmiyorlar.. Yaşam koşullarını protesto etmek, yasal hakları için itiraz etmek vs gibi kavramlara rastlanmıyor. Bana çok enteresan gelmişti. :)

    Yanıtla
    • çağrı öz.

      Bu reenkarnasyonu ve belki de dinlerin bu gibi yönlerini icat edenler, kapitalist sistemin acaip işine yarar bir icat yapmışlar aslında farkında olmadan. Dünyayı gezenlerden genellikle duyduğum fakir ülkelerde halkın çoğunlukla bu durumdan hiç şikayetçi olmadığıdır. Şimdi Hintli bir milyardere sorun bakalım şu fakirler gibi olmayı ister misin diye ne diyecek. Buradaki asıl mesele belki de kuşaklar boyunca bu insanların başka bir hayat bilmiyor oluşu zenginliği tatmamış oluşları da olabilir(tabii tamamen yanılıyor da olabilirim). Ama motosiklete binene kadar onun nasıl zevkli bir şey olduğunu bilmediğim için pek de umrumda değildi motosiklet, oysa şimdi motorum yok ve yeniden edinebilmek için geberiyorum. Tam olarak aynı şey değil belki ama bu yönünü de düşünmek lazım. Ama şu reenkarnasyon işi çok acaip bi afyon harbiden. “Olsun be abi nasılsa yeni hayatta zengin olacam” deyip deyip, isyanları oynamadan, itiraz etmeden katlan anasını satiim. Boşuna dememiş filozof dinler kitlelerin afyonudur diye. Biz çocukken yapardık, zengin çocuklarına bakıp, olsun biz de öpür dünyada zengin olacaz derdik. :) Ama şunu hiç akıl etmezdik peki bu zengin piçleri niye bu dünyada da zengin ;)
      Bir yandan da dünya nüfusunun hızla çoğalışını ve sistemsel adaletsizlikleri, kaynakların yetemeyeceğini düşününce belki de dinlerin bu yönleri, çok fena da iş görüyor mu ne? diye de düşünmeden edemiyor insan.

      Bu arada müdürler hakkındaki yazdıkların harikaymış kardeşim… :)

      Yanıtla
  3. Nurten Saraç

    Toplantı çok güzeldi ama konunun ne olduğunu yazmamışsın. Yoksa bizdeki gibi internete düşen telefon görüşmeleri mi?

    Yanıtla
  4. Perihan Koç Hepşen

    zevkle keyifle okuyorum.Fotolarda çok güzel.keşke arada senide görsem arada sevgiler

    Yanıtla

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.