Ubud beklentilerimizi fazlasıyla karşılayan bir yer oldu. İhtiyacımız olan sessizlik, aradığında bulabileceğin her şey, doğa, güler yüzlü insanlar ve şahane yemekler. Endonezya’ya geldiğimizden beri daha önceki seyahatlerimde olduğu kadar insanların hayatları içine giremiyordum ve aslında bu yüzden de biraz suçlu hissediyorum kendimi. İlk defa böyle biraz tatil havasında, turist gibi dolanıyorum ama ne yapayım ülke hem çok ucuz hem de bu tarz aktivitelere çok fazla itiyor insanı. Ben de uzun zamandır aslında turist gibi gezmiyormuşum onu farkettim. Arada bir böyle olmasından da bir zarar gelmez heralde ya. Tamam düşük bütçeliyiz eyvallah da fırsatını buldun mu da biraz turist olmak gerekiyor. Ama anladığım bir şey daha var ki, en azından benim için bu turistlik çok uzun sürebilecek bir şey değil. Çünkü bir süre sonra gerçekten kabak tadı vermeye başlıyor ve diğer ülkelerden hiç bir farkı kalmayıveriyor.

Kalacağımız yeri yine airbnb’den bulduk. Geceliği 20$ ve 2 kişilik oda, adam başı 10$ böylesine güzel bir yer için bence verilebilir bir para. Kendimize ait banyomuz, balkonumuz ve ortak kullanım olarak da mutfak var. Yerin adı Taman Sari Guesthouse, merkeze yürüyerek biraz uzak, yaklaşık 20-25dk kadar ama motorla tabiki 5dk da gidebiliyorsunuz ve eğer imkanınız ve durumunuz varsa motor burası için şart. Aslında genel olarak Endonezya’da şu ana kadar gördüğüm kadarıyla da şart. Çünkü bir yerde bir yere ulaşımda sürekli taksi kullanmak çok masraflı olacak ve zaman kaybı bence. Motorlar konusuna sonra değineceğim. Şimdi kaldığımız yeri az göstereyim de havam batsın :)

IMG_3596 IMG_3597 IMG_3600 20151007_164011

Böyle bir yerde hayat geçer mi? Bence geçer valla :) Yürüme mesafesinde ufak tarlalar, küçük restoranlar ve bakkallar var. Bakkal önemli, bakkal bir ülkenin belkemiğidir. Yaşasın kahraman bakkallar! Ve kaldığımız yerin bir diğer güzel tarafı da hemen 100mt kadar ilerimizde bir Resort var ve havuzuna günlük 20.000rp (4 lira) vererek girebiliyorsunuz. Şezlong, havlu vs. herşeyi veriyorlar zaten ve çok lüks bungalowlar arasında olmasına rağmen içerideki menü de oldukça uygun fiyatlarda. Mesela havuz başında 1 bira 1 sandviç yesen 6-7 lira gibi bir para veriyosun. Bütçeden dolayı her gün yapılacak bir şey değil bizim için ama haftada 1-2 kere yapılabilir, bu kadar ucuzunu bir daha nerde bulurum bilmiyorum. Evet biliyorum, denizler bedava ama Ubud’da deniz yok :)

20151012_155802

Eğer şehrin ana caddesinde motorsuz geziyorsanız sürekli olarak her 2sn de bir “sör! Taksi? , hey boss! Taksi?” şeklinde laflara maruz kalacaksınız. Hatta bi ara herifler abarttı biz motorla önlerinden geçerken “Taksi boss?” diye sordu. O an yaşadığım dumurla öndeki arabaya bindirmemiş olmam büyük şans. Adamlar artık nasıl otomatiğe bağladılarsa… Satış yapma konusunda çok ısrarcı gibi gözükseler de agresif değiller, hatta sevimliler bile. Enteresan bir pazarlık etme yöntemleri var, almak istediğiniz şey için çok absürt bir rakam söylüyorlar ve rakamın ardından da “bu benim fiyatım, sen de fiyatını söyle pazarlığa başlayalım” diyorlar.

IMG_1264

Açacak isteyen var mı? :)

IMG_1259 IMG_1270

Kollarımdaki bileklikleri gören tüm satıcılar zaten direk üşüşüyor, hayır işin boktan tarafı cidden çok güzel de bileklikler var, almak da istiyorum ama sırf başıma ekşiyecek ısrar edecek diye yok diyorum gönderiyorum başımdan ama gözüm sürekli bilekliklere bakıyor bi yandan. En son bir dükkanda hazır kimse yokken rahat rahat bakayım dedim, uzaktan benim baktığımı gören dükkan sahibi ışık hızıyla arkamda belirdi ve bana zaten baktığım şeyleri kendi göstermeye başladı. Özellikle sevdiğim bir tane vardı ona ilgim olduğunu anlayınca 20.000rp benim fiyatım sen kaç para veriyosun söyle dedi. Yuh dedim, bi bilekliğe 4 lira mı vericem, ben bunları zaten 1 liraya alıyorum en pahalısını, işim olmaz ilgilenmiyorum dedim. Yav dur hele gardaş pazarlık sünnettir dercesine tuttu kolumdan, iyi 500rp dedim. Manyak mısın lan sen dercesine bana bilekliğin tarihçesini anlatmaya başladı, renklerin kutsallığı falan derken 2000rp’ye bağladık (40 kuruş). Ama ablaya helal olsun, 40 kuruş için dil döktü baya. Sonradan üzüldüm lan şuncacık para için yaptığın pazarlığa bak diye ama dükkanı baya büyük ve bi plazamsı bir yerin içinde olduğundan çok da vicdan yapmadım.

Monkey Forest ana caddeye çok yakın bir yerde olduğundan oraya da bir gidelim dedik, bolca maymunun olduğu ve muzun normalden 5 kat pahalıya satıldığı bir yer. Ben sevdim yine de, çok tatlı yaratıklar ama öyle aman aman muhteşem bir yer olduğunu söylemek zor.

20151013_154618

Bunun yanında tabiki Ubud’a kadar gelip pirinç tarlalarını görmemek olmaz. Bulunduğumuz yerden de 15dk uzaklıkta olunca hiç üşenmedik haliyle bastık gittik. Gerçekten çok güzel bir görüntü ve tarlaların arasında dolaşmak baya keyifli denebilir. En azından tarlalar arasına girmeden önce bir şeyler satmak için saldıran insanlar orada yok. Gerçi şimdi çok da örselemeyeyim adamları, girerken de çok abartı bir şey yoktu. Güleryüzde davet, yok dersen de eyvallah çekiyolar. Herneyse, pirinç tarlaları şahane :)

20151011_164849 20151011_163651 20151010_142704

Şehir merkezinde geçirdiğimiz bir kaç günden sonra ayaklarımızın altı kaşınmaya başladı ve Burcu’yla yapmak istediğimiz trekking rotası olan Batur dağına gidelim dedik. Trekking 3 saatlik bir tırmanış sonunda 1800mt’de ki Batur dağından gün doğumunu kapsıyor. Ubud merkezde de satılıyor turları ama çok ciddi rakamlar istiyorlar. Kendi başınıza yapma şansınız yok, mutlaka bir rehber gerekiyor ve firmalar bu tarz bir tur için yaklaşık 300-400 lira gibi bir ücret istiyorlar. Buna rehber, oraya ulaşım ve geri dönüş, tepede kahvaltı ve çay gibi şeyler dahil. Bize kalın kaçtı tabi, dedik biz gideriz oraya dağın eteklerindeki tüm rehberlerin bulunduğu yerden kendi rehberimizi kiralarız. Hazırlıklara başladık, trekking botları ve giyeceğimiz şeyleri hazırladık. Hem tepedeki soğuk havaya karşı bişeler almamız lazım hem de olabildiğince de hafif olmamız gerekiyordu. Burcu benden daha tecrübeli tabi, daha önceden 5400mt’ye çıkmış, benim ise ilk trekking’im olacak. Gerçi Hindistan’da farkında olmadan kaplanların yaşam alanlarından geçtiğim çok tehlikeli bir trekking serüvenim olmuştu :). Eşyalar hazırdı, şimdi Ubud’a 40km uzaklıkta bulunan yere gitmek için motor kiralamaya gelmişti sıra. Burada hazır konusu açılmışken motor olayından bahsedeyim.

Normal şartlarda ehliyet ve pasaport gerekli ancak ben kiraladığım yerlerin hiç birinde bunları sormadılar. Günlük kiralama ücreti Kuta’da 12 lirayken burda 10 lira. Ben 3 farklı motor kullandım, üçü de Honda. Modelleri Scoopy, Vario ve Beat.

Scoopy günlük kullanım ve şehir içi ulaşımda çok rahat bir alet. 108cc motoru Beat ve Vario’ya göre daha güçsüz ama dediğim gibi şehir içi ulaşımda çok rahat ve konforlu bir alet. Eğer iki kişi bol yokuşlu yerleri tercih etmeyecekseniz gayet güzel bir seçim olur.

scoopy

 

Vario, tek kelimeyle favorim. 125lik motoru olmasına rağmen cidden çok çok güçlü ve agresif diğerlerine göre. Dik yokuşlarda bile ikimizi gayet güzel getirdi götürdü. Özellikle burada arabaların saçma sapan bir şekilde 40km’nin üzerinde hız yapmadığını düşünürseniz bolca araba sollamanız gerekeceğini unutmayın. O yüzden uzun yol için kesinlikle budur!

20151014_135253

Beat ise ikisinin ortasında bir alet. Şahsen çok aman aman da sevdim diyemem. Ama gördüğüm kadarıyla kamyon altında da kalsa çalışan dayanıklı bir alet. Bizdeki lahmacuncu motorları gibi, onlar da Honda Beat ama farklı bir çeşidi, aynı değiller.

dsc07020n

Sonuç ise konfor için Scoopy, performans için Vario diyorum.

Vario’yu kiralayıp öğlenden yola koyulduk. Akşamı oradaki dandik bir otelde geçirip sabaha karşı 4 gibi tepeye doğru yürümek için başlangıç alanına gidecektik. Baya güzel ve eğlenceli geçti yol, sürekli sağında solunda yemyeşil pirinç tarlaları, devasa ağaçlar ve bitmek bilmeyen muhteşem bir manzarayla yaklaşık 1-1,5 saatte vardık. Tabi manzaranın keyfini benden çok Burcu çıkarttı! Gerçi hakkını yemeyeyim, GPS kontrolü de ondaydı ve yönlendirmeyi de yaptı yoksa kaybolmuştuk 20 kere :) Google Maps sağolsun bize baya bir yardım etti gerçekten, sayesinde pek sektirmeden direk mekanı bulduk. Otele yerleştikten sonra biraz etrafı dolaşalım dedik ve gün batımına yakın bir mantra gibi seslerin hoparlörlerden yükseldiğini duyduk. Sesi takip ettik ama öyle garip bir ses ki takip edip etmemek arasındayız. Hava hafiften kararmaya başlamış, sokaklar bomboş, tuhaf bir ses…Bildiğin filmlerdeki acayip sahnelerden biri gibi. Neyse takip edelim yine de dedik, iki kişinin yanyana sığmayacağı kadar dar bir sokaktan ilerlerken biri gördü bizi eliyle gel yada git şeklinde bir işaret yaptı. Hangisi olduğunu tam anlayamadım ama sonunda gülerek yanına çağırdığını anladık. Gittik işte klasik sorular nerden geldin nereye gidersin ey yolcu vs diye. Dedik hacı biz sese geldik de nedir ne değildir. Bahçeye davet etti bizi, gelin seramoniye siz de katılın diye. Hala ne seramonisi olduğunu anlayamadık ama sarong denilen ve kutsal törenlerde ve mekanlarda giyilmesi zorunlu olan etekleri giydirdiler ve seramoni alanına getirdiler bizi.

Bir yere oturttular, kutsadılar ve diğer tüm davetlilerin şaşkın bakışları arasında baya bir muhabbete malzeme olduk. Biz neler olup bittiğinin farkında olmadığımızdan sağımızdaki solumuzdakilerle çat pat ingilizceleriyle konuşuyorduk. En sonunda bir kadın geldi ve “çok özür dilerim ama burada oturamazsınız, burası bilmem kimlere ait” gibi bir şey söyledi. Baktık gerçekten orda oturan herkes diğer davetlilerden farklı olarak beyaz giyinmişti.

20151014_182408 20151014_182303

Ordan kovulduk :) Başka nereye gideriz ne yaparız derken ortada kaldık, bizi ilk oraya getiren kişi başka bir yere oturtturdu bu sefer ama orda da biz pek kalmak istemedik çünkü sanırım özel bir seramoni ve biz çok abes duruyorduk orda. Özürlerimizi iletip çıktık ve otele döndük. Zaten erkenden uyuyup yola çıkıcaktık…

Sabaha karşı 3 gibi uyanıp hazırlandık ve rotanın başlama noktasına rehberimizle buluşmaya gittik. Rehber için ödediğimiz para 200 lira ve tüm seyahatin en pahalı harcaması oldu şu ana kadar ancak rehbersiz gidilmesi yasak olan bir yer olduğundan başka bir şansımız da yoktu. Motora atladığımız gibi yola koyulduk ve 10dk içinde zifiri karanlıkta bizden başka kimsenin olmadığı yolda başlangıç noktasına giderken yıldızların muhteşemliği ve çokluğu en dikkat çeken şeydi. Tabi motoru kullanan olduğumdan çok fazla bakma şansım olmadı ve nispeten bir çölü andıran bir yerden gittiğimiz için durmayı da çok istemedim, lakin sürekli sağdan soldan uluma ve havlama sesleri geliyordu. Rehberle buluşma noktasına gittiğimizde ise etraf ana baba günü gibiydi, bu kadar çok kişinin orda olmasını hiç beklemiyordum açıkçası. Rehberimizi bulmak pek zaman almadı, organizasyonları çok hızlı oldu. 24 yaşındaki Wayan bize el fenerlerimizi verdi ve yola çıktık…

bali151112_003IMG_8965

Havadan sudan muhabbet bir yandan sürerken diğer yandan da etrafı incelemeye çalışıyordum ama zifiri karanlıkta nafile, haliyle fotoğraf çekme gibi bir şansım da olmadı. Wayan 25 yaşında ve 3 yıldır bu yolu haftanın 6 günü her sabah yürüyor. Sizin iş yerinize gitmek için servise yürüdüğünüz yoldan muhtemelen daha fazla yürümüştür bu 5km’lik tırmanışı. Başlarda deniz kumu gibi hissettiren volkanik küller üzerinde yürürken baya bi yorulduk ancak daha dik tırmanış başladığında küller yerini yuvarlak kaygan taşlara bıraktı ve külleri arar olduk. Ayakkabının ne kadar önemli olduğunu burada görmüş olduk çünkü bazı “mal” turistler parmakarası terliklerle gelmiş ve çoktan ağlamaya başlamıştı bile. Her 20-25dk da bir ufak bir mola verip devam ediyorduk. Diğerlerine göre daha hızlı tırmanmaya başlamıştık, Burcu da ben de pek şikayet etmedik yoldan, biraz zorlansak da iyi geliyordu. Tepeye doğru yaklaşırken gün hafiften ağarmaya başlamıştı ve gün doğumunu yakalayıp yakalayamayacığımızı düşünüyodum çünkü en az bir 20-30dk daha çıkışımız vardı.

20151015_053626

Son bir gazla ve ufak da bir kestirmeyle Wayan bizi tepeye ulaştırdı. Henüz gün doğmamıştı ve 10-15dk daha vardı. Bulunduğumuz noktada çok fazla insan var o yüzden Wayan bizi biraz daha tepeye gitmemiz için uyardı, orada daha az insan var ve daha rahat ederiz dedi. Zaman kaybetmeden hemen tekrar yola koyulduk ve son tırmanış olan 1800mt’ye o çok özlediğimiz volkanik kumları aşarak tırmandık, anladık ki kumu o kadar da özlememişiz! Çok dik olduğu için 3 adım atıp 1 adım geri geliyoduk resmen. Ama sonunda tepeye ulaştık ve şansımıza birden bire dev bir bulutun içinde kaldık, tam da güneş doğacakken!

20151015_060231

Başta hay şansıma diye başladım ancak bu kadar yüksekte dev bir bulutun içinde olmanın da gayet güzel bir duygu olduğunu farkettim. Bir an için 3 yıl öncesini düşündüm, tam bu saatlerde (TSİ 01:00) muhtemelen evde yatağa yatmış ve kucağımda laptopla yarın iş olmadığını farzederek dizi izleyip mutlu olmaya çalışıyordum. Tekrar doğru bir karar verdiğimin farkına varıp anın zevkini 4 katına çıkarttım! :) Ve tam o anda o bulutun içinde olmamıza rağmen güneş tüm parlaklığıyla doğdu ve buz gibi tepede yüzümüzde sıcaklığını hissettirdi.

20151015_060055 20151015_060211 20151015_060320 20151015_060422 20151015_060505

Orda bulunan ve o ana kadar bıdır bıdır konuşan herkesin sesi bir anda kesildi ve güneşe kitlenildi. Eminim bir çoğunuz sadece gün doğumunu görmek için uyanık kalmamışsınızdır, sabahlamış olmak gün doğumunu izlemek değildir. Sadece gün doğumunu görmek için bir şey yapmak gerçekten çok farklı bir şey. Tamam belki bir dağın tepesinde olmayacaksınız ama nerede olursanız olun mutlaka gün doğumunu izlemek için ona özel bir gün ayırın.

Artık hava aydınlık ve ısınmaya başladı, ücretimize dahil olan kahvaltılar geldi. Ekmek arası muz, haşlanmış yumurta ve çay.

20151015_061855 20151015_063826

Peki bu yumurtaları nerede haşladılar? O kadar tepede rüzgarda ateş mi yakılıyordu? Hayır, direk volkanın kendisinde pişiriliyordu. Batur dağı halen aktif olan bir yanardağı, püskürmüyor olması bunu değiştirmiyor. Bulunduğumuz yerin hemen az aşağısında ufak bir kuyu var ve içerisinden o kadar sıcak bir buhar geliyor ki elinizi sokmanız zaten imkansız, yaklaşmak bile tehlikeli. Bu kuyu içerisinde muzlar ve yumurtlar çok hızlı bir şekilde buharda pişiriliyor. İlk defa volkan buharında pişmiş muz yedim :)

volkan

1-2 saat kadar tepede kaldıktan sonra ufaktan ufaktan dönüş yolunu tuttuk. Tabiki çıkıştan çok daha kolaydı ama artık bacaklarda derman kalmamıştı, en aşağıdaki asfalt yola ulaştığımızda ordaki bölgenin yerlileri bizi alkışladı :) Akabinde düz yola alışmaya çalışan tozlu ayaklarımla başlangıç noktasının yolunu tuttuk. Wayan’a teşekkür edip ayrıldığımızdaysa tekrar motora binmenin mutluluğunu yaşıyordum, ayaklarımı hareket ettirmeden gidebilmek ne büyük bir lüksmüş!

20151015_063027 20151015_063047 20151015_063303 20151015_071019

Saat 10 gibi otele dönüp otel ücretine dahil olan kahvaltıyı da hemen mideye indirip biraz dinlenmeye çekildik. 12 gibi otelden çıkmamız gerekiyordu ve o saate kadar dinlendik. Bacaklarım halen sızlıyordu ancak Ubud’a dönmek için de sabırsızlanıyordum çünkü gönüllü bir iş bulmuştuk! Permakültür üzerine bir takım projeleri olan Chakra bizi kabul etmişti. Üstelik bulunduğumuz yerden motorla 15-20dk lık bir uzaklıktaydı. Önce Burcu’yu ve bir kaç çantayı motora alıp yeri bulduk. Çok modern ve 5 yıldızlı bir SPA görünümünde bir yerdi, lan dedim umarım burasıdır ama tam yanındaki ufak ev çıktı. Olsun o da iyi, belki SPA’da tanıdıkları vardırda bedavaya bir masaj falan bişeler getiririz diye düşündüm :) Burcu’yu oraya bıraktıktan sonra dönüp kendi çantamı da aldım ve Chakra’nın evine döndüm. Artık önümüzdeki 2 hafta için evimiz burası olacaktı. Bir sonraki yazımda Ubud’da en ucuza nasıl yemek bulunur, market alışverişi mi yoksa dışarda yemek mi mantıklı gibi konulara değineceğim. Ayrıca katıldığımız gönüllü iş, yaptığımız taş fırın, yaptığımız taş fırının çökmesi ve muhteşem bir atık suyun tekrar kullanımı projesi gibi konulardan bahsedeceğim. Görüşmek üzere! :)

20151015_070907

 

 

1 Yorum

  1. Gezi Tozu Burcu

    Açacak değilde, anahtarlık versiyonunu almıştık. Evde duruyor, ucuna anahtar takmaya çekiniyorum.
    Bali dışına çıkınca asıl Endonezya’yı göreceksiniz.

    Yanıtla

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.