Ne yalan söyleyeyim hiç yazasım yok açıkçası ama diğer taraftan da yazmadığım için rahatsız hissediyorum kendimi. Keyfim olmadığında yalandan bir şeyler yazmak da istemiyorum. Sürekli kafamı kurcalayan bir şeyler var, sürekli eksik bir şeyler var gibi hissediyorum. Burası çok rahat ve elemanlar da kafa olmasına rağmen bir türlü taşlar halen yerine oturmadı.
Dün akşam biraz kendime gelir gibi oldum ve sabah erken kalkıp Varanasi’nin meşhur Ghat’larının olduğu sahile gidip güneşin doğuşunu fotoğraflamak istedim. Her ne kadar dünyanın en dandik kameralarından birine sahip olsam da kendimce bir şeyler yapmaya çalıştım. En ufak bir titremede bile görüntü bulanık çıkıyor ve beni deli ediyor. Parasızlığın gözü kör olsun! Hani bir sponsor falan olsa da bi güzellik yapsa ne şahane olurdu ama değil mi? (yazar burada Nikon ve Canon’a sesleniyor). Sabah 5 gibi Naveen’in takdire şayan beni uyandırma uğraşı sonunda kalktım ve hazırlanıp sahile gittik ve ne yalan söyleyeyim, gerçekten geldiğime değdi. Sanırım hayatımda ilk defa güneşin doğuşunu izliyor olmamın da bunda etkisi var sanırım.

 

 

 

 

 

Ardından bir şeyler yemek üzere geri döndüğümde ise Berkin Elvan’ın ölüm haberini alınca o az önce doğan güneş resmen içimde çamura battı. Canım sıkıldı, keyfim kaçtı, sinirlerim gerildi. Bu yaşadıklarım tabiki ailesi ve yakınlarının hissettikleri yanında lafı edilecek şeyler bile değil ancak tam olarak anlatmak gerekirse iki arada bir derede kaldım. Bir yanda şiddetle hiç bir şeyin çözülemeyeceğini ve bu ölümün sorumlusu olan dangalakların benden bunu beklediğini çok iyi bilen sağ duyum, diğer yanda ise halen bu durumu savunmaya çalışanların gırtlaklarına sarılıp gözleri yuvalarından fırlayana kadar boğmak isteyen vicdanım var. Hayatım boyunca hem sağ duyulu hem de vicdanlı biri olarak yaşamaya çalıştım ve bu ikisi her zaman bana doğru yolu bulmamda yardımcı oldu. Ama şimdi hangisini seçersem seçeyim yanlış olacak gibi geliyor. Her zaman kalbimde olacaksın minik uçurtmalı çocuk.

berkin

Kapı komşum Prashanta. Kendisi İsrailli bir adam ve yaklaşık 10 yıldır yılın 8 ayı Hindistan’da yaşıyor. Gerçek adı Prashanta değil tabiki, söyledi ama İbranice’yi doğduğumdan beri kullanmadığım için biraz paslanmış aklımda tutamadım. Çok sessiz, Hintçe ve Sanskritçe öğrenmeye çalışan, derslere giden güzel bir abimiz. Mutfak eşyalarını kullanmama izin verdiği için kendisine müteşekkirim ve bu iyiliğin karşılığını daha ufağını bulamadığım için aldığım yarım kiloluk zeytinyağını bırakarak vermek istiyorum.

Varanasi’den bahsetsem fena olmaz sanırım artık…
Hindistan’ın büyük şehirlerinin ortak özelliklerinden olan deli trafiği burada da bulmak hiç zor değil. Aşırı toz duman içerisinde olan şehir çöplük konusunda gerçekten aşmış durumda. Turistik yerlerde bile fazlaca çöp görmek mümkün (çoğu bölgelerde turistik yerler günde bir kaç kere temizleniyor). Kaldığım bölge olan Banaras’da hayat baya hareketli ve nispeten rahat sayılabilir. Üzerine atlayan satıcılardan uzak, çok kalabalık, gecesi gündüzü olmayan ve 24 saat yaşayan bir bölge. Varanasi’nin meşhur Ghat’larının hemen yanında kaldığım için yürüyerek bu bölgelere gelmek 5 dakikamı alıyor. İnsanlar sürekli olarak Ganj nehrinin içindeler, kıyısındalar, köşesindeler. Yıkananlar, dişlerini fırçalayanlar, tuvaletini yapanlar… Hepsi ama hepsi burada.

varanasi

Krishna ile buraları gezerken burnuma yanık kokuları gelmeye başlayınca burada ölü bedenlerin yakıldığı aklıma geldi. Nerede olduğunu sorduğumda ise parmağıyla hemen biraz ötemi işaret etti. Normal bir ateş etrafında dolanan insanlar sandığım yer meğersem bedenlerin yakıldığı yermiş.

Akşam üstüne doğru her yer rengarenk oluyor ve bir festival gibi bir şey başlıyor. Gösteriler, ışıklar, eğlenceler, yemekler. O güne özel bir şey olduğunu düşündüğüm bu olay yılında 365 günü oluyormuş! Evet, her gün binlerce kişi nehir kıyısındaki bu eğlencelere geliyor ve oturup izliyor. Aynı televizyon izler gibi akşamları insanlar burada ki gösterileri izliyor. Hayır çok basit uyduruk gösteriler de değil, bildiğin ufak çaplı bir festival. Her gün nasıl yapılıyor aklım almıyor açıkçası.

 

 

 

 

 

Burada da hayat çoğu kutsal Hindistan şehirlerinde olduğu gibi oldukça ucuz. Kutsal ancak oldukça turistik bir yer. Pek öyle lokal hayatı yakalama şansı en azından merkezde hiç yok. Biraz daha dışarılara çıktığınızda ise birden bire İngilizce ortadan kayboluyor ve turistlere yabancı bir memleketle karşı karşıya kalıyorsun. Biraz merkezden uzaklaşayım, turistlerden uzakta kalayım diye bir kaç sokak boyunca yürüdüm ve gayet yerel görünen ve sokaktaki insanların bana oldukça garip baktığı bir yere geldim. Yeterince uzaklaşmışımdır heralde diye düşünüp bir restorandan içeri girdim. İçerisi bomboş, kimse İngilizce bilmiyor. Ve hemen benim ardımdan içeri bir turist geliyor ve yanıma oturuyor. Vietnamlı değişik bişe adı. Kısacası turistlerden kaçış zor burda.

 

 

 

 

Krishna mesaj atıp tapınakları görmek isteyip istemeyeceğimi soruyor. Ok diyorum neden olmasın. Atla diyor motora. Kendi motorumdan sonra uzun bir süre motora binmemiştim, özlemişim :) . Motorla o tapınaktan bu tapınağa gidiyoruz. Maymun tapınağı bunların arasında en büyüğü ve içerisi maymun ile köpek kaynıyor. Bu tapınağın en güzel taraflarından biri ise tahmin edemeyeceğiniz üzere içerisinde çok güzel tatlılar yapılıyor olması. İnanılmaz lezzetli ve taze tatlılar sürekli olarak pişirilip getiriliyor ve oldukça cüzi bir miktar fiyattan satılıyor. Tadı ise olağanüstü güzel. Bizde ki helvaya benzer bir tatlı ancak yok böyle bir tat.

Ertesi günlerde ise elimdeki çevirileri yapmak üzere pek evden çıkmamaya karar verdim. Ben çıkmak istemiyorum ancak Krishna’nın kardeşi Naveen baya sıkılıyor olacak ki yanımdan pek ayrılmak istemiyor ve sürekli bir şeyler anlatıyor. Eğlenceli bir aksaanı, peltek konuşması ve inanılmaz sevimli bir herif olmasından mütevellit başımdan savmak istemiyorum. Sürekli benden fikirler almak istiyor, neler yapmalıyım, burayı nasıl daha iyi hale getirebilirim vs. vs. Ben de ünlü gezginlere mail at ve davet et. Bedava konaklama ver onlar da düşüncelerini kendi web sitelerinde paylaşsınlar. Reklam yapmış olursun diyince benden bildiğim isimleri istiyor. Aralarında en sevdiklerimin başında gelen ve ofis hayatımın çoğunda yazılarını okuyup videolarını izlediğim Wandering Earl’ün web sitesini açıp gösterirken Earl’ün de Hindistan’da olduğunu blog’undan görüyorum. Mesaj atıp hangi şehir de olduğunu soruyorum ve Varanasi diyor! Hemen görüşelim diyorum kendisine lakin İstanbul’a geldiğinde görüşme şansım olmamıştı. Kabul ediyor ve kısa süre de olsa buluşuyoruz kendisiyle. Artık tek başına gezmeyi bırakmış insanları turlara çıkartıyor. Eleman köşeyi dönmüş valla. Herneyse, seyahate çıkmamda bana oldukça faydalı bilgiler sağlayıp ilham veren kişiyle fotoğraf çektirmeyi tabiki ihmal etmiyorum.

 

Krishna oldukça dinine bağlı, Naveen ise bu muhabbetleri  çok da sallamayan bir çocuk.
Her sabah 5 de kalkıp tapınağa gidip kutsanan Krishna 29 yaşında benim eskiden olduğum gibi IT’ci. Neden işi bıraktığıma bir türlü anlam veremiyor. Genelde sessiz sedasız bi adam ve inanılmaz saygılı. Kardeşi Naveen ise 22 yaşında ve belinden fırlayan göbeğiyle cidden çok sevimli bir çocuk. Bir bankada işe girmek için sınavlara çalışıyor ama pek umutlu olmasada hiç keyfinden bir şey kaybetmiyor. Ara ara annesinin pişirdiği ufak tefek yemeklerden yürütüp tatmam için bana getiriyor. İkisini de gerçekten özleyecem. Tekrar gelme sözü verdim ve bu sözüme sadık kalmayı gerçekten istiyorum.

Nepal biletimi aldım sayılır. Sayılır diyorum çünkü buradan Kathmandu’ya direk gidiş bulunmuyor. Yarın (12 mart) gecesi saat 23:15 treniyle Gorakhpur’a gidecem ve sabah 7 civarı orada olacam. Sınır olan Sunauli’ye otobüs ile gittikten sonra yürüyerek sınır kapısından geçicem. Vize işlemleri kapıda halledilecek ve bir problem çıkmamasını umuyorum. Ardından 2 seçeneğim bulunuyor. Saat tahmini 11-12 civarı Nepal sınırına girmiş olacağımı düşünürsek ve Kathamndu’ya 12 saatlik bir yolculuk olduğunu düşündüğümüzde gece yarısı şehirde olmak istemiyorum. Dolayısıyla ya gece otobüsüne binip sabah erkenden orada olacam –ki bu durumda yol boyunca çok bahsedilen güneşin doğuşunu ve mükemmel doğasını göremeyecem ya da geceyi sınırda geçirip ertesi gün sabahın erken otobüsüne binip hem doğayı izleyip hem de öğleden sonra vakitlice bir zamanda şehire varmış olacam. Sınırda kalma fikri şu an için pek aklıma yatmıyor ancak bu kararı oraya vardığımda verecem.

Varanasi’de ki son gecem. Yarın tren’den yazabilir miyim bilmiyorum (sanmıyorum).

Nepal’de görüşmek üzere diyelim o zaman :)

 

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.