“Sorgulayan yanlarını köreltmeden çağımızın ibadeti mutluluğu kendine yakıştırmaya çalışıyor..”

Kendisini gerçekten tanıyanlar dışında kimseden bir farkım yok. Ben de onu “Garson ve Mutlu” yazısıyla tanıdım. Halen okumadıysanız ve hayatınızda ki herşeyi daha basit ve güzel yapmanın bir yolu olduğuna inanmıyorsanız okumayın da zaten. Ben yıllardır seyahat blogları okuyan ve bunun dışında “hayat dersi” veren kendince hayatın anlamını çözüp bunu milletin gözüne sokmaya çalışan tipleri fazla abartmadan söylemek gerekirse ıslak ve budaklı odunla dövesim gelmiştir. Fulsen’in yazısını da ilk gördüğümde okumadan önce aynı tepkiyi vermiştim. Ancak okumama vesile olan iki faktör vardı. Birincisi hayatımda her zaman en iyi dostlarımı seçmemde ve doğru insanların kimler olduğunu gösterdiğine –ve benim bunu görebildiğime- inandığım yüz ifadesi. İkincisi de yıllardır içimde olan ve yavaş yavaş kırmaya başladığım ve kendisinden olabildiğince çok kurtulmaya çalıştığım önyargımı parçalama isteği. Normalde bu ikincisi her daim ilk sırada olurdu ancak bu seferlik ikinci sıraya gerilemişti.

Untitled-1

Yazıyı okuduğumda ne edebi yönü ne de yazımdan, sadece samimiyetinden etkilenmiştim. Eminim ki bu kadar çok kişiye ulaşmasını sağlan şey de buydu zaten. Ancak tekrar okuyunca bu yönlerinin de olduğunu farkettim.
Bildiğiniz gibi geçenlerde 3,5 aylık bir Asya turundan döndüm ve sebepsiz şekilde bu kız geldi aklıma ve bir bakayım dedim blog’u ne halde diye. Aynı samimiyet, aynı yüz ifadesi ve sıcaklık. Gayet hiç olurunu olmazını düşünmeden sanki 40 yıllık arkadaşımmış gibi kendisine ulaşıp konuşmak istediğimi söyledim. O da benim samimiyetimi görüp sanki 45 yıllık arkadaşıymışım gibi daha yüksek bir samimiyetle cevap verdi ve kahvaltı etmek üzere buluşmaya karar verdik.

Yağmurlu güzel bir günde Beşiktaş iskelesinde buluştuk ve yine her zamanki mekanım olan Mila Cafe’ye gidip kahvaltıya başlamamızla olaylar gelişti. Daha önce hiç kimseyle bu şekilde bir söyleşi yapmamıştım. Aslında bu sefer de söyleşi olmadı, bildiğin muhabbet işte. Kendi deyimiyle “Kahvaltı sofrasına rakı sofrası muamelesi” yapıp yaklaşık 5 saat kadar kahvaltılıkların masadan kalkmasına izin vermedik ve yanında heralde 15 bardak kadar çay içtik.
Fulsen’in yazıları ve yaşam tarzı hakkında onu okuyan az çok herkes bir fikir sahibi. Benim kendisi hakkında söylemek istediklerim ise yazılarından öte biraz daha kendisiyle ilgili.

Bende bıraktığı ilk intiba kocaman bir kalbe ve onunla kıyaslanmayacak kadar küçük bir göbeğe sahip olan çok güzel bir kadın :). Neredeyse hiç gelecekten bahsetmeyip sürekli olarak geçmişinin en eğlenceli sayfalarında dolanıp durduk. Yanıma söylediklerini not almak için aldığım not defterimi çıkartmak istemedim bile, sırf samimiyetine ayıp olacak diye. Daimi olan gülümsemesi ve kişiliğinin neticesinde üzerine yapışan anaç hali yüzünden bir ara kendimi ona akıl danışırken bile buldum. Bir yaşam koçu (o da ne oluyosa zaten?) yada sıkıntılarınızı iki cevapla çözecek ermiş bir bilge falan değil ancak hayatta mutlu olabilmenin yolunun sadece kariyer ve paradan geçmediğinin emsali diyebilirim.

fulsen

Kurumsal bir şirket ofisinin yaylı koltuğunu görmüş her kıç gibi çoğumuzun asla yapmayı düşünmediği garsonluğu yapıp çok fazla çalışan ve mutlu olmayı başarabilen biri. Belki de bunu yapmasaydı da Everest’e tırmansaydı bu kadar ilgi çekmeyecekti. Çünkü o çoğumuzun yapamadığı bir şeyi yapıp, toplum standartlarının altında diye sırf kapitalist düzenin kılıfı otursun diye sınıflandırılmış bir işi yapıp daha az stresli ve daha çok mutlu bir iş yaptığı için özellikle beyaz yakalı kadınların çok ilgisini çekti. Çünkü herkes onunla aynı şeyi en azından bir kere düşünmüş ama hemen kariyer, ünvan, maaş vb. şeyler tarafından düşüncelerinin önüne set çekilmiştir. Çoğu kişi tuzunun kuru olduğunu düşünüyor, özellikle benim çevremdeki insanlardan onunla ilgili aldığım ilk tepki bu yönde. Tuzu kuru olan kimse bir kafede her gün 10-12 saat yoğun bir şekilde çalışmaz, dalağı şişmez, çay bardağını tutarken elleri titremez. Ha tuzu kuru olsaydı da bir kişi çalışırdı, o da gene Fulsen olurdu :) Ama aynı zamanda yaşama sebebi “Pijamalarını çıkartmadan yaşamak” olan ve bunun için kıçını yırtan kaç kişi var acaba?

Onunla ilgili bir yazı yazmak özellikle benim gibi yeni yetme bir blogcu için çok zor. 1 dakikada ısınabileceğim ama 1 yıl geçse de fersah fersah tanımaya devam edebileceğim biri.

En kısa süre içinde tekrar görüşmek için sözleştik, keşke kulağa her zaman çok uzakmış gibi gelen bu “en kısa süre” gerçekten yazıldığı gibi olsa diye umuyorum.

Tüm samimiyetimle söylüyorum. Bu kız normal değil, mantıklı değil, çok yetenekli, çok samimi, biraz değişik ve sanırım biraz da deli. Aynı dünya’yı değiştirmeyi başarmış en iyi insanlarının olduğu gibi.

 

Severek okuyunuz, sonra saçma sapan kararlar alıp mutlu olunuz.

http://fulsyaziyor.com

 

 

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.